İslâmî şuuru olan evlenecek gençlerde, eskiden beri gelen güzel bir anlaşma: Yuvamızı Allah’ın emrine göre kuracağız. Helâl yiyip helâl yedireceğiz. Yavrularımızı Yasin sütüyle emzireceğiz. Dilleri dönünce oyun oynarcasına Allah ve Rasûl’ünün isim ve sevgilerini vereceğiz. Öğrendikçe mükâfatları olacak. 4 yaş 4 ay 14 günlük iken Elif Bâ’dan başlatacağız. Hafız, âlim ve salihlerden olması için hem dua hem de gayret edeceğiz. Rabbimiz lütfeylesin!

GÜNÜMÜZÜN AYRIŞTIRICI ALETİ

İletişim ve işleri hızlandırma anlamında pek çok kolaylık sağlayan telefonlar maalesef, çocukları anne babadan, dede, nine ve yakınlarından uzaklaştıran bir alet olarak karşımıza çıktı. Ne yazık ki buna yönelik yapılan program ve yayınlar da çoğu zaman ahlaki yapıyı bozmakta ve hızlı bir şekilde toplumu yabancı kültürlere yöneltmektedir. Bu konuda TV önde iken şimdi, onu çoktan geçmiş ve hızlı bir şekilde aileden de uzaklaştırmaya başlamıştır.

GÜNÜMÜZÜN AYRIŞTIRICI ALETİ

Bu halde o, adeta bir canavar olarak işlev yapmaktadır. Saatlerce neye baktığı bilinmeyen çocuğun hatta bazen büyüklerin bu hali, insanı derin derin düşündürmelidir. O halde çocuklarımızı nasıl yetiştireceğiz? Onları nasıl muhafaza edeceğiz konusu hem ailelerin hem eğitimin hem de devletin çok önemli vazifesidir. Eski aile düzeni ve muhabbetin tesisi acilen gerekmektedir.

GÖRÜLEN ACI GERÇEKLER

Halkla iç içe olan bir kardeşimiz bakın neler anlatıyor. Hakikaten insanın içi sızlıyor. Aman Allah’ım! Neler kaybetmişiz biz?

-‘İhtiyarlamış babası veya düşkünleşmiş annesi taşrada oturuyor, evlatlar gitmek için aracın yakıtını hesaplıyor. Eğer erkekse hanımına söz geçiremiyor. Kişisel bakıma muhtaç ama bakmıyorlar. Evinin ihtiyaçlarını, eksiklerini almıyorlar. Hatta sormuyorlar bile.

Günümüzde her şey menfaat olmuş. Çok  zor durumda olan atalarımız var. 4, 6, 8  evladı olan ihtiyarlar var ama gerçekten zor durumdalar.

Hele bir de mal veya para çıkarları yoksa hiç selâm bile vermiyorlar. Vefat etmişlerse kabir ziyaretlerini dahi yapmıyorlar.  İnanmak çok zor gerçekten!

Evet, bazı atalarımız da yanlış yapıyor ama ne olursa olsun o  bizim atamız. Çok garip şeyler oluyor ve bunların neticesinde kardeşler de genelde küs oluyor. Bildiklerimden belki on defa umre yapmış ama menfaat olmayınca telefon bile açıp da bir isteğin, eksiğin, ilacın var mı diye sormayanlar var. Akraba ziyaretleri de bitme noktasında maalesef.’

ESKİMEYEN ESKİLERİMİZ

Ninemi hatırlarım çoğu zaman.

Osmanlı'ydı gerçekten. Akıl danışılırdı ona. Sözü geçerliydi. Bizlere nasıl sahipti. Akrabaya düşkündü. O akrabalıklar nereye gitti?

Yokluk vardı ama cömertti. Sadece bir dişi kaldığını biliyorum. Buldukları kuru ekmeği suya batırarak yerlerdi onlar. Komşular gelirdi sıkça bir şeyler sormaya. Hayra vesile idi. Uyarılacakları da uyarmaktan geri kalmazdı. Nasihat ederdi. Herkesle barışıktı. Üvey evlatlarıyla da çok iyiydi. Ninemi çok severlerdi.

Komşuluk da başkaydı o yıllarda. Allah'ı hatırlatan "HÛ" kelimesi ile çağırırlardı birbirlerini. "Eteş" komşulardı hemen yandakiler.

Tandır ya da ocak için ateş alırlardı birbirlerinden. Kibrit mi vardı, çakmak mı? Neler çektirmişler o yıllarda bu halka neler...

Âh ninem! Âh ninelerimiz, dedelerimiz, analarımız, babalarımız! Sizler nasıl insanlardınız? Görgü vardı, edep vardı, hayâ vardı, dostluk vardı.

O çocukluk halimle hatırlıyorum: Sekerât halinde olan diğer nineme bir amcamız Yasin okumak için geldiğinde, erkek diye o yaşlı ve sımsıkı örtülü haliyle diğer tarafa dönmüştü yüzünü. Yasin bitmiş, az sonra da Rabbine kavuşmuştu. Bu nasıl bir utanma duygusu ve tesettür bilinci idi. Şimdi ne kaldı dersiniz?

Köyümüzde daha 12 yaşlarında iken, bu erkek çocuğu diyerek bir nine bile asla önümüzden geçmezdi. Şimdi bunlara gülenler vardır ama onlar edep ve hayâdan yoksun kişilerdir. Allah insanı niçin yaratmış düşünmezler ama yarın kabirle birlikte görecekler gerçeği. O zaman eyvahlar ne fayda eder ki?

Allah'ım nasıl Müslümanlardı onlar? Anadolu’nun saf ve temiz insanları...

Odalar açık, analar ve nineler neredeyse 24 saat ocak başında. Hep öyle görürdüm onları. Bahçe ocağı yakacak ve misafirlere çeşit çeşit yemekler yapacak... Nasıl bir iman, sabır ve misafirperverlikti bu Allah'ım? Baştan sona mangal gibi iman derler ya!

Rahmet olsun onlara... Sonsuz derecede... Unutmayalım ecdadımızı. İnsanlığa insanlık dersi veren o güzel mü’minleri. Her zaman alacağımız çok şey var onlardan. Okuyalım kitaplardan, dinleyelim büyüklerden onları... Allah rahmet eylesin hepsine. Mekânları Cennet, makamları âlî olsun!

ŞUURLU AİLE NASIL KURULUR?

Büyük kayıplar yaşadık ve halâ yaşıyoruz. Acaba ne kaldı elimizde bunlardan? Yavrusunu gözünü kırpmadan kreşe koyup kendisi de işe giden kadınlarımızın vicdanları hiç sızlamıyor mu? Bunu derken topluma; “anne işe çocuk kreşe” sloganına karşı söylüyorum. Yoksa bazı mesleklerde kadına ihtiyaç vardır. Ama bunun oranı azdır. Asıl sıkıntı, kadınların neredeyse hepsini evlerden çıkarmaya yönelik söylemlerdir ki bu, bütün toplumlar için çok büyük bir felakettir. Sonuçta ne aile yuvası kalır ne de çocuk! Zaten ona doğru gitmiyor muyuz? 

Dede ve baba gelmeden akşam sofrasına oturmayan aile aslında,  çocuklarına çok güzel terbiye veriyor demektir. Onlar gelince “hoş geldin” diyen anneden, çocuklar da önemli bir eğitim alacaktır. Böyle karşılanan baba ise eşi ve çocuklarının hatırını soracak ve sevinçlerine güler yüzle ortak olacaktır. İşte mutlu aile! 

MAĞARADA DUÂ EDENLER

Eskilerin güzel bir sözü vardır:  İyiliği yap, denize at; balık bilmezse Halık bilir. Yani yapılan iyiliği insanlar bilmese bile, yaratan Allah bilir. Bir gün onun mükâfatını mutlaka verir. Ya bu dünyada ya da Ahiret hayatında.

-Ebu Abdurrahmân b. Ömer b. El-Hattâb’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlüllah’ı (sav) şöyle buyururken işittim:

-“Sizden evvel (yaşayan milletlerden) üç kişilik bir cemaat yola çıkmışlardı. Gecelemek için bir mağaraya girdiler. (Az sonra) dağdan bir kaya parçası düşerek, onların üzerine mağaranın (ağzını) kapattı. (Bunun üzerine birbirlerine): Sizi bu kayadan ancak sâlih amellerinizi anarak Allah’a dua (ve iltica)nız kurtarabilir”, dediler.

İçlerinden birisi:

-“Allah’ım, benim ihtiyar anne-babam vardı. (Akşam olunca) onlardan evvel ne çocuklar(ım)a, ne (de) hizmetçiler-(im)e bir şey yedirmezdim. Bir gün (hayvanlarımı otlatacak) bir ağaçlık aramak arzusu, beni uzaklaştırmıştı da onlar uyuyuncaya kadar dönememiştim. Akşam sütlerini sağıp geldiğimde; ikisini de uyuyor buldum. Kendilerini uyandırmayı ve onlardan evvel çoluk-çocuk ve hizmetçiler(im)e süt içirmeyi uygun bulmadım. Çocuklar(ım) ayaklarımın ucunda ağlaşırken ben süt bardağı elimde, onların uyanmasını gözeterek şafak sökünceye kadar bekledim. Sonunda uyandılar, akşam sütlerini içtiler.

Allah’ım! Eğer şu yaptığımı senin rızanı kazanmak için yapmışsam, şu (içinde bulunduğumuz) kaya sıkıntısından bize rahatlık ver”, dedi. Kaya biraz aralandı ise de açılan yerden çıkamadılar.

Diğeri şöyle dedi:

-“Allah’ım, amcamın bir kızı vardı. O bana insanların en hayırlısı, en sevimlisiydi. (Diğer bir rivayette: “Onu; bir erkeğin kadını sevdiği aşırılıkta seviyordum.”) Ona yaklaşmak istedim. Fakat o benden kaçındı. Nihayet bir kıtlığa maruz kalınca bana geldi. Kendisini bana teslim etmesi şartıyla ona yüz yirmi dinar verdim. Kabul etti. Ona yaklaşmaya imkânım olunca, “Allah’tan kork! Haksız yere (bekâret) mührümü bozma”  dedi. Ben de hemen –o bana insanların en sevimlisi iken- ondan uzaklaştım, verdiğim dinarları da ona bıraktım.

Allah’ım! Eğer ben şu yaptığımı senin rızan için yaptımsa, içinde bulunduğumuz belâlardan bizi kurtar!” Kaya biraz daha açıldı. Ama yine çıkamıyorlardı.

Üçüncüsü (de) şöyle duâ etti:

“Allah’ım! İşçiler tutmuştum. Ücretlerini verdim. Fakat birisi ücretini almadan çekip gitti. Onun parasını (çalıştırıp) çoğalttım. Sonunda onun bu ücretinden bir hayli mal çoğaldı. Bir zaman sonra bu işçi bana geldi ve: “Ey Allah’ın kulu! Ücretimi ver” dedi. Ben de:

 “Şu gördüğün deve, öküz, koyun ve (bunları otlatan) köle hep senin ücretinden çoğalmıştır (hepsi senindir)” dedim. O:

“Ey Allah’ın kulu! Benimle alay etme!” dedi. Ben:

“Seninle alay etmiyorum” karşılığını verdim. Bunun üzerine adam hepsini aldı, sürüp götürdü, hiçbir şey bırakmadı.

Allah’ım, eğer ben şu yaptığımı senin rızan için yapmış isem, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıdan bizi kurtar!” Kaya tamamen açıldı. Onlar da yürüyerek çıktılar.

MÛCİZEVÎ BİR İBRET

“Cibrîl Hadîsi” diye meşhur olan hadis-i şerifte,  Cebrail (as) Peygamberimize kıyâmetin alâmetlerini sorar. Cevabın birisi de şöyledir:

 “Annelerin, kendilerine câriye muâmelesi yapacak çocuklar doğurması; yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalar yapmakta birbirleriyle yarışmalarıdır.” 

“Câriyenin efendisini doğurması” şu şekilde îzah edilebilir: Anaların, doğurduğu çocuğu büyüdüğü halde, hala ona hizmet etmesi. Gerçekten bu günümüzde çok görülmektedir ve acı bir gerçektir. Aslında çocuk ona hizmet etmelidir.

 ______________

 Nevevî, Muhyiddin. Riyazü’s-Sâlihin. Mütercim: İhsan Özkes İst. 1991 1/12, Sh. 87
 Müslim, Îmân, 1, 5.