Bu hafta da dünyada önemli gelişmeler yaşandı. Tabii ki herkesin nefesini tutarak takip ettiği olaylardan biri de ABD’deki kongre ara seçimleriydi. Bu seçimler, 2024 başkanlık seçimlerinde hangi adayın ABD Başkanı olabileceği yönünde ipucu vermesi açısından önemli sayılıyor. Ancak resmi olmayan sonuçlar ne Demokratlar ne de Cumhuriyetçiler açısından tatmin edici oldu. Herkes Cumhuriyetçilerden “kırmızı dalga” olarak nitelendirilen büyük bir zafer beklerken, ülkede artan enflasyon ve suç olayları nedeniyle gittikçe daha çok eleştirilen Demokratlar beklenenden daha iyi bir performans sergiledi.

ABD’de merak edilen bir başka olay ise, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 15 Kasım’da yapacağını söylediği önemli duyuru. Şimdiden birçok yorumcu, eleştiri oklarını üzerine çeken Joe Biden’ın gelecek seçimlerde hiçbir şansının olmadığını ve Trump’ın başkanlığa geri döneceğini düşünüyor. Öte yandan, 2024 seçimleri için Cumhuriyetçiler içinde Trump'ı zorlayacak isimlerden biri de Twitter’ın yeni sahibi Elon Musk’ın da destekleyeceğini duyurduğu Florida Valisi Ron DeSantis.

ABD’nin 2024’te büyük değişimler yaşayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Trump, “Başkan olsaydım Ukrayna’daki çatışma olmazdı” demişti. Yabancı uzmanlara göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de Trump’ın geri dönmesini bekliyor. Her ne kadar Trump, başkanlığı süresince kışkırtıcı ve ırkçı olmakla suçlansa ve Biden dünyaya bir barış timsali olarak tanıtılsa da aslında ABD’nin Biden döneminde çok daha agresif -ve başarısız- bir dış siyaset izlediğini gözlemliyoruz.

ABD’de bunlar yaşanırken Çin’de de bir hareketlenme var. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ülkesinin güvenliğinin gitgide daha istikrarsız ve belirsiz hale geldiğini ifade ederek, askeri alandaki eğitimi güçlendireceklerini ve savaşa hazırlanmaya odaklanacaklarını belirtti. Cinping’in bu hazırlığını, ABD’li amiral Charles Richard’ın son açıklamasıyla birleştirince yapbozun parçaları birleşmiş oluyor. Richard’a göre “Ukrayna'daki savaş, çok daha büyük bir çatışma öncesi sadece bir ısınma”. Buradan o ya da bu şekilde, eninde sonunda ABD ve Çin’in karşı karşıya geleceklerini anlayabiliriz. Ancak ABD’nin yeni başkanı bu tahminleri de boşa çıkarır mı? Bunu zaman gösterecek.

Peki ABD ve Çin’de bunlar yaşanırken, Avrupa’da durum nasıl? 24 Şubat’ta Ukrayna savaşı başladığından beri, Avrupa Birliği, Rusya’ya karşı ABD ile ortak bir strateji takip ediyor görüntüsü çizdi. Ancak bu “stratejik ortaklığın” derinlerine indikçe gerçeklerin hiç de öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Öncelikle 27 AB üyesi ülke, Rusya’ya karşı birlik içinde ve tutarlı bir “yaptırım” politikası takip etmiyor. Hollanda medyası NL Times’ın 24 Ekim tarihli haberine göre, Hollanda, Rusya’ya uygulanan 91 yaptırımdan geri çekildi. Sadece bununla da sınırlı değil. New York Times gazetesinin verilerine göre, Rusya ile AB üyesi Hollanda, Belçika ve İspanya arasındaki ticari hacim artış kaydetti.

Aslında Ukrayna savaşının ilk günlerinden beri Rusya karşıtlığını körükleyenlerin anglosakson ülkeler olduğunu, başta Almanya olmak üzere birçok AB ülkesinin ise yaptırım politikasına pek de gönüllü olmadan katıldıklarını gözlemlemek hiç de zor değil. En ilginç olan nokta ise, artık ABD seçmenleri bile Biden’ın dış siyasetini tasvip etmedikleri için, ABD’nin bile Rusya politikasında yeni hamleler atmaya çalışması. Amerikalı yetkililere göre, Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın Rus mevkidaşı görevde olduğu sürece müzakere etmeme kararı, Latin Amerika ve aynı zamanda Avrupa’daki birçok ülkeyi endişelendiriyor. Hal böyleyken, Washington Post’un bir haberine göre Biden, Zelenskiy’nin Putin ile müzakereyi kabul etmesi için ısrar ediyor.

O zaman yazımızı en çarpıcı gelişme ile bitirelim. Geçtiğimiz günlerde Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Çin’e düzenlediği ziyaret çok konuşuldu. Bu ziyaret öncesi, Almanya'nın en büyük, Avrupa'nın ise üçüncü en büyük limanı olan Hamburg limanının hisselerinin bir bölümünün Çin şirketi Cosco'ya satışı hem ülkede hem de Avrupa genelinde hararetli tartışmalara sebep olmuştu. Uzmanlara göre, Almanya’nın bu kararı ile “Çin’in artık bir ayağı Avrupa’da”. Aynı şekilde, Almanya Çin ile ticari ve diplomatik ilişkilerini güçlendirerek ABD’ye bağımlılığını azaltmak istiyor.

Kısaca Ukrayna savaşının gözler önüne serdiği bir gerçek varsa o da yavaş yavaş Batı cephesi dağılıyor. ABD’nin geleceği, hem AB’nin hem de dünyanın geleceğini büyük ölçüde etkileyecek.