Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde uzun yıllardır oluşturmaya çalıştığı fiilî durumlarla hükümranlık haklarını genişletmeye çalışıyor. Tüm bu adımları atarken Lozan Antlaşması ile Paris Antlaşması’nın hükümlerini ihlal etmekten çekinmiyor. Aslında bu noktada Türkiye’nin de büyük suçu var. Çünkü Atina’nın uluslararası hukuku ayaklar altına alan ihlallerine, “komşuluk ve müttefiklik” ruhu bağlamında hep göz yumdu.

1931 yılında Atina, Ege’deki hava sahasını 3 milden 10 mile; 1936 yılında da Ege Denizi’ndeki karasuları genişliğini 3 milden 6 mile çıkardığında, Türkiye Yunanistan’a tepkilerin en sertiyle karşılık vermeliydi ve asla Yunanistan’ın Lozan hükümlerinin dışına çıkmasına müsaade edilmemeliydi.

Türk kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, Yunanistan’ın 1931 yılında başlayan uluslararası hukuk ihlalleri her geçen gün daha da artarak günümüze kadar geldi. Bu işlerin ihmale gelmeyeceği Kıbrıs, Kardak ve Doğu Akdeniz krizleriyle ancak anlaşılabildi.

Ege Denizi, üzerinde bulundurduğu çok sayıda ada, adacık ve kayalıklar nedeniyle çok özel bir denizdir. Zira tüm bu ada, adacık ve kayalıklar, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz ve hava sınırlarını belirleyecek.

Atina’ya göre Lozan Antlaşması ile Anadolu’nun 3 deniz mili dışında kalan bütün ada, adacık ve kayalıkların tamamı Yunanistan’a bırakılmıştır. Bu tezi rehber alan Yunanistan yıllardır, “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmeyen Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK)” üzerinde fiilî durum yaratarak bunların statülerini kendi lehine çeviriyor. Peki bu doğrultuda neler yapıyor? Buraları iskâna açıyor, silahlandırıyor ve askerîleştiriyor!

Hâlbuki bu ada, adacık ve kayalıkların hiçbiri Yunanistan’a ait değil. Dahası bunlardan bazıları, Türkiye’nin Ege Denizi kıyılarına oldukça yakın. Bu iş, asla hafife alınmamalı! Egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş kara parçaları deniz yetki alanlarına ve hava sahasına sahip. Yani bu sayede Atina, Ege Denizi üzerinde deniz ve hava hakimiyetini azami ölçüde genişletip bir taraftan Türkiye’yi Ege Denizi’nden izole etmeyi diğer taraftan da Türkiye’nin Yunan karasularından geçmeden Akdeniz’e çıkmasını engellemeyi planlıyor.

Dolayısıyla bahse konu bu coğrafi formasyonların ülkesel statüleri tespit edilmeden Atina’nın oldubittilerine kati bir şekilde izin verilmemeli. Aksi durum, Türkiye için yıkım olur. Unutulmamalıdır ki Türkiye, Yunanistan’ın karasularını 3 milden 6 mile çıkartmasına göz yumarak Akdeniz’e serbest geçiş hakkı sağlayan Batı su yolunu yitirmiştir. Şimdi elindeki tek serbest geçiş hakkına dayalı su yolu doğu su yoludur. Yunanistan’ın ihlallerine müsamaha gösterilmesi hâlinde bu yolun da kapanacağı çok açıktır.

Yunanistan’ın en büyük amacı, Ege’de oluşturduğu fiilî durumları uluslararası platformlardan elde edeceği siyasi destekle hukukileştirmek. Bu yüzden kendisine asıl tehdidin Türkiye’den geldiğini göstermek için Doğu Akdeniz ve Ege’de, gerilimi tırmandırmaya yönelik provokatif eylemlerden geri durmuyor.

Tüm mesele uydurduğu “Türk tehdidi” algısına, bütün dünyayı inandırmak. Böylece kendi hukuk dışı eylemlerini ve de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden faaliyetlerini perdeleyeceğini düşünüyor. Şurası çok açıktır ki Ege Denizi siyasi, askerî ve iktisadi açılardan Türkiye için hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle Türkiye, bu konudaki Yunan tezlerini veyahut ihlallerini sineye çekerek kendi milletinin ölüm fermanını imzalayamaz.