Ademoğlu her ne yapıyorsa, bugünün tabiri ile “mutlu” olmak için yapıyor. Halbuki mutluluk, derin bir huzuru değil, anlık bir haz ve anlık bir tesellinin ifadesidir.

Modern zamanlarda, mutluluk tanımının peşinden koşturulan insanın, mutsuzluğunun, mutluluğundan daha fazla olduğunu iddia etsek yanlış olmaz.

Zira hem dünya, hem ahiret huzuru için en güzel (ahsen-i takvim) seviyesinde yaratılmış olan insan için mululuk değil, derin bir huzuru ifade eden “saadet” hedef olmalıdır. Ki, saadet-i dareyn ifadesi tam da bu hedefin izahıdır.

Mutlu olmanın inanç, erdem, hukuk gibi kaidelere tabi olmaya ihtiyacı yoktur.

Saadete ermenin ise temelinde, ulvi bir gaye, yaratılış farkındalığı, imani bir mesuliyet, insani bir duyarlılık vardır.

Batı’nın empoze ettiği kültür dairesinde düşünen insan, mutluluk ile saadet arasındaki farkı ayırt etmeyi unuttuğundan beridir, insanlık sükût eder oldu.

Dertleriyle baş edemeyen gençler, mutlu olmak için süfli eğilimlere duçar oldu, haram, helal kaygısı duymadan.

Dertlerinden sıyrılmak isteyenler, israf ettiğinin ayırdına varamadan, aç ve yoksulu gözetmeden tüketim alışkanlığının pençesinde israfın kahramanı oldu.

İnançsız iş adamaları etik değerlerden uzaklaşıp, hırslarına esir olup buldozer gibi ezip geçtiğinin farkına varmadan rekabete soyundu.

Mutlu olmak için lezzet peşinde koşanları obezite hastalığı buldu.

Daha fazla güç, daha fazla zenginlik, daha fazla söz hakkı edinme ihtirasıyla emperyalistler coğrafyaları mazlumun kanıyla boyadı.

Dur durak bilmez bir sahip olma isteği ile mutluluğu kovalayan modern ülkelerin kanalizasyonlarında yapılan incelemelerde, insanlar, mutsuzluktan depresyona düşenlerin kullandığı yatıştırıcı ilaçların yüzdesinin artışına şahit oldu.

Hırs, haset, intikam gibi duygular mutlu olmak isteyen modern insanın yürüdüğü yolun taşlarını oluşturur hale geldiği. Ve insanlık zafiyet geçiriyor şimdi.

Halbuki saadet-i dareyni hedeflese insan, almak yerine vermeyi, yalan yerine hakikati, yanlış yerine doğruyu inşa ederek, hem iyi bir insan olmanın saadetini, hem iyi bir kul olmanın mesudiyetini kuşanarak iki dünya saadetine erişecek.

Attığı her adım ibadet hanesine yazılarak rıza-i ilahiyi umacak ve boşlukta salınmayı değil, gayeye matuf yaratılmış ruh mutmain olabilecek!

İnsanı saadete eriştirecek de işte bu taat ile ulaşılabilecek itminan duygusu olacaktır!

Günümüz insanının en büyük handikabı olan, mutluluğun izini sürerken mutsuzluğa duçar oluşunun yegâne reçetesi ise Allah Resulü’nün sünneti seniyyesi ve dört halifenin yaşadığı Asr-ı saadet döneminde saklı.

Ah bir okuyabilsek, ah biraz çabamız olsa bizden olan formüllerle hayatımızı idame ettirmek için, özentilerden arınsak ve yaratılışımıza en yakışanı arasak ne kadar mes’ud olacağımızı tahmin bile edemeyiz. Öylesi çok, öylesi uzun ve öylesi bitimsiz bir saadetin şifreleri son din İslam’da izah buluyorken, körlüğümüze bir son verebilsek inkişafın saadetten geçeceğini bir anlayabilsek, tüm çıkmazlarımız sonlanabilecek… Ve elimiz uzak diyarlara da uzanabilecek…

Ah bir dönüp bakabilsek saadet asrına… Kederlerimiz anlam kazanacak, yokluklarımız varlığa, azlıklarımız çokluğa evrilecek…

Mutluluğun batıdan ithal bir hipnoz olduğunu, ruhumuzun saadete talip olması gerektiğini bir anlasak zulümlerin son bulacağına, haksızlıkların duracağına umudumuz artacak…