Rotasını kaybedene kılavuzdur herkes; tıpkı düşene akıl verendeki bolluk gibi…

Hedefini kaybetmiş için yürünecek yolun sonu yoktur…

Her yön sorduğuna inanmaktan başka çaresi kalmayan yolcunun, aldığı tariflerle bir o tarafa bir bu tarafa savruluşu, hedef adına duyulan umudu biraz daha yok ettikçe, kendini de kaybeder yolcu…

“Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularıyla başlayan zihinsel sorgulamalar, umutlar azaldıkça yerini gürültülü, patırtılı bir çatışmaya bırakır…

Tabir yerindeyse metnin genel anlamındaki işlevini bırakıp, tek tek kelimelerle uğraşmak bizim işimiz olmamalıydı…

Hele de zihnimize sokulan yabancı ya da icat edilmiş kelimelerle bunu yapmak, hiç mi hiç olmamalıydı…

Toplumlar bin yıllar içinde geliştirdikleri, doğru sonuçlar aldıkça da katılaştırdıkları gelenekleri zemin yaparlar, kurdukları/kuracakları medeniyet tasavvurlarına…

Oysa modernite tam bir gelenek “katili”dir; hatta “Geleneği katleden gelenek”tir o…

Toplumların binlerce yılda katılaştırdıklarını sıvılaştırmak ve üzerinde durdukları zemini ayaklarının altından kaydırmak için çabalar…

İşte bu sebepledir ki depremler sadece yer kabuğunda yaşanmaz…

En büyük hatta hiçbir ferdin kurtulamayacağı, az ya da çok etkileneceği asıl depremler; işte bu savrulan zihinlerin tetiklediği “fikir depremleri”dir…

Başka bir ifadeyle “fikrî iktidar”ın darbecileridir onlar…

Savruluşumuz sadece Doğu ile Batı arasında değil/değildi; Doğu’nun, “fikrî depremler”le parçalanan her parçası arasında da çok kesif savrulmalar yaşandı/yaşanıyor…

Savrulmayı sadece “Doğu-Batı” diyerek işi hem kolaydan, hem de sorumluluğumuzu görmezden gelerek halledecek değilim çünkü…

Batı’nın işini, her parçalanışımızla biraz daha kolaylaştıran bizler değil miydik; zayıflayan her parçamızın, “güya kendini diğerinden korumak” adına sarıldığı “Batı sevdası”yla…

Batı’ya kızarken şunu da gözden kaçırmayalım ve cesurca itiraf edelim; kim böyle bir fırsatı kaçırırdı ki…

Batı bizi parçalarken tam da bunu arzulamıyor muydu zaten?

Yazımızı, dilimizi, tarihimizi ve bütün değerlerimizi tam da onların istediği gibi “sıvı” hale getirerek, kendi “fikrî deprem”imizi kendi ellerimizle gerçekleştirmedik mi?

Bu zihinsel savruluşumuzu fark etmememiz, ıstırabını duymamamız için çok büyük bir titizlikle “YeniTürklük -hatta tapılacak kadar muhteşem- Yeni Müslümanlık” adı altında üretilen “anestezi” ilaçları da verildi zihinlerimize, ruhlarımıza…

Bu sayede yakaladıkları “artırılmış pozitiflik” ile her şeyi güllük, gülistanlık olarak algıladık…

Peşinen ve ihtiyatsız olarak söylenen “Hiçbir eksiğimiz yok” cümlesi, onarılmaz eksilmelere açılan ana kapıdır…

Her şeyi hatta olur olmadık her şeyi “hoş görmek”, “hor görmelerin” yolunu açmayacak mıydı?

Nitekim öyle de oldu…

Sadece biz değil, bütün İslâm coğrafyası işte bu ve bu yazıya sığdıramayacağım daha nice savrulmalar ve gereksiz “artırılmış iyimserlikler”le hâlâ savrulmaya devam ediyor…

Halklarını tenzih ederek şunu da ifade edebilirim: Hatta bazı “adı Müslüman” iktidarların Batı’ya karşı bu artırılmış iyimserlikleri, “ahmaklık” derekesindedir hâlâ…

“Fikrî iktidar”ı yeniden tesis etmenin yolu önce zihinlerimizi göçebelikten kurtarmaktan, sonra da eleştirel olabilmekten geçiyor…

Evet, her gün biraz daha büyüyen adımlar atamayabiliriz; ama aynı yünde adımlar atmaya çok ihtiyacımız var…

Savrulmadığımızı, yönümüzü kaybetmediğimizi, hedefimizi iyi bildiğimizi göstermek zorundayız haydutlara/haydut devletlere…

“Kaba güruhlara karıştıkça kabalaşan fikirlerimizi” yeniden kendi değerlerimizle “ince”ltmek, geldiğimiz yöne bakarak pusulamızı yeniden ayarlamak zorundayız…

Neyin kendisine ait olduğunu bilen biri, onu başkasının ellerine terk edemez…

Artık devletimizin en yetkili ağızları tarafından da ikrar edilen bu fark ediş, daha da umutlanmak için iyi bir ilham kaynağı…

Gerisi, işareti doğru almış olduğuna inandığımız fikir neferlerinin/erlerinin işi…

“Yıldırımların ulu doruklara çarpması” boşuna değildir; zira yıldırımlardan korkanların doruklara erişmesi de mümkün değildir…

Haydi!

Dem bu demdir; yola revan olma vaktidir…

Gelecek nesillere ulaştırılacak, titizlikle taşınacak nice hazinelerin emaneti var üzerimizde…