“Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah’a yalvardım, bana İbrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi…”

Bu hafta çok hüzünlü geçti bizim için. Adana’dan gelen kara haber içimizi delip de geçti… O yavrular için biriken gözyaşlarımızı içimize saklarken doğudan gelen bir öğretmen vakasıyla iyice içimiz boşaldı. Öğrencilere yedirdiği böcek kadar haysiyeti, şerefi olmayan birçok patolojik insanların “öğretmen” algısına zarar vermesi gerçekten sinir bozucu…

Neyse; acılarla yaşamayı öğreniyoruz bir şekilde. Fakat bugün size, acılardan ziyade, iş ahlakından bahsetmek istiyorum:

Bir gün İbrahim Ethem, tacı tahtı terk ediyor. Seneler sonra seyr-ü sülûkünü tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor. Kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk… “Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor. Kayyum geliyor, camide saklandığı yerden buluyor, çıkarıyor. “Ne yapıyorsun” diyor. “Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazından sonra Belh’e gireceğim” diyor. Kayyum bacağından tutuyor onu “İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi” diyor ve bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya… Çaresiz, şehre gidiyor. Her taraf kapalı, sadece bir yer açık. Bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalışan işçi, “Geç otur” diyor. Aradan bir-iki saat geçiyor. Sabah ezanı okunmaya başlıyor. Okunduktan sonra işçi dönüyor “Hoş geldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne?” diyor. İbrahim Ethem de “Ben iki saattir burada oturuyorum, şimdi mi geldi aklına sormak?” diyor. Fırıncı diyor ki: “Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dâhilindeydi. Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi kazancıma haram karışmaz.”

İbrahim Ethem “Sen ne güzel adammışsın? Sen Allah’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu?” diye soruyor.

“Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah’a yalvardım, bana İbrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi” diyor.

“O Allah, öyle bir Allah ki,” diyor İbrahim Ethem, “İbrahim Ethem’i bacağından sürükleye sürükleye, kafasına vura vura getirir sana gösterir ve senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir” diyor ve Allah diyerek ruhunu teslim ediyor.

 **

Bir yandan İbrahim Ethem Hazretleri’ni sürüye sürüye getirten fırıncının iş ahlakı, bir yandan onca yavrucağın alevler içinde canını vermesine “müsaade edenlerin” iş ahlakı, bir yandan elindeki diploma parçasıyla öğretmenlik yaptığını sanan öğretmen/lerin iş ahlakı…

“Lokmasını helâlden temin edebilmek için uğraşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan eftaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır.” (İbrahim Ethem (r.a.)”

Siz karar verin…