İnsanoğlu, dehası ile keşfederken nefsinin ve keşfettiğinin esiri olmaktan kurtulamıyor.

Mesela, Firavun, dünya servetine kavuşuyor, gücünün esiri olan nefsi kendisine “Tanrı” olduğunu fısıldamaya başlıyor ve o “Tanrıcılık” oynayarak yaşadığı beldede ahkâm kesiyor, yasalar koyuyor, “İrem” bahçeleriyle güya cenneti sunuyor halkına.

Derken bu defa âlemlerin Rabbi Kainatın hakiki Hakimi olan Allah, Firavun’un kulağına “hiç”liğini fısıldıyor…

Bu fısıltının bizlere görünen yüzü minik bir sinek suretinde oluyor ve arkaik bir hikâye olarak bizlere ulaşıyor.

Yine, yönetmenliğini David Crononberg’in yaptığı “The Fly” filmi Firavunca bir serüveni zamanın bilim-kurgu dili ile güncelliyor.

Hasılı insan ürettiğinin esiri olmanın yolunda dört nala koşarak ne de hızlı yol kat ediyor.

Bu yanlış ve hatalı hız ancak dikkatli prensiplerle dizginlenebilir. İlki ezbercilikten yakamızı kurtarıp neye, nasıl, ne için inandığını toplumsal eğilimlerden azat ederek münferit bir düşünme melekesine sahip olmak, hemen akabinde de iman ettiği “Yaratıcı”sına(!) zinhar şirk koşmamak!

Bu iki prensibin geçerliliği hayatımızda korunmadığında, asrı saadetten önce cahiliye döneminde olduğu gibi ezberlenmiş ataların dini(!) yaşanmaya devam edilecek. Daha da fecisi, yaşadığı dinin kendi atasından değil, Batı/l bir ata, dede ve ninenin torunu olmadığı halde mirasına konduğu din!

Pek çok şeyi anlamak kolay, fakat bu aldanmışlıkların tezahürlerine körleşmemizi anlamak çok zor!

***

Malum, takvim yaprakları düşer ve zaman ezelden beridir akar. Günler geçer, mevsimler değişir ve kainat muazzam sistematiği ile kıyamet vaktine kadar gün doldurur. İşte bu süreç içinde geçtiğimiz yılın kayıplarını, yaş almışlığımızı, vurdum duymazlıklarımızı, kalp kırmışlıklarımızı gözden geçirmenin ise bir takvimi yoktur. Dün gaflete düşer, bu gün diz çöker tevbe ederiz. Sonra da nefsimize diz çöktürmek için gayrete düşeriz.

Fakat görünen şeklimiz böyle değil ne acıdır ki?

Sanki geçmiş bir yıl muazzam başarılara imza atmış, kalpler fethetmiş, hakikat yolculuğunda umulandan daha fazla yol kat etmiş gibi, kutlamalara teşneyiz. Bir çam ağacımız yok!

Acaba diyorum, şu Hristiyan dünyanın uydurma doğum kutlamalarına canla başla iştirak eden, komşu, çoluk, çocuk dolayısı ile mecburen(!) dahli bulunanlar kutlanacak ne yapmış olabilirler? Neyin eğlencesidir, hediyeleşmesidir, harcamasıdır yaptıkları tüm ritüeller?!

Duydum ki, pandemiye inat villalar kiralanıyormuş.

Parti mekânları tutuluyor, planlar yapılıyormuş.

“Noel” hediyeleri alınıp kargolarla gönderilme telaşına düşüldüğünden, ihtiyaca binaen (sanal market-gıda) alınan siparişler kargoların yoğunluğu nedeni ile gecikiyor ve çürüyormuş!

Ve ne de yazıkmış bu ahval!

Yanlış anlaşılmasın, uydurulmuş dinlerine muti olanlara yok sözüm. Ben “Hudut namustur” diyerek nöbet tutarken şehit olan askerler ülkesinden yazdığımdan, caddeleri ışıklarla aydınlatılmış şehirlerimizi, alışveriş merkezlerinde karşımıza çıkan noel amcaları(!), beyaz tülbentli neneye, hacca gidip gelmiş dedeye hediye almak için telaşlananları, akşama özel sofralar kurup, eş dostla “ne olacak canım, bahane işte” diyenleri, anlamakta zorlanıyorum.

Dahası salgın tedbirlerini çiğnemeye bu denli teşne oluşlarını, şehir değiştirmek için yollara düşmeleri, yasaları hiçe sayma pahasına eğlence tertiplemek için villa kiralamaları anlamak için hayli gayret gösteriyorum. Ki ne yapsam nafile…

Zaman mevhumunun olmadığı sonsuz hayata talip olmak, zararsızmış gibi görünen detaylardan arınmakla başlar diyor, yılınızın değil, ömürlerimizin ve sonrasında ‘merhaba’ diyeceğimiz sonsuz hayatımızın mes’ud ve bahtiyar olmasını temenni ediyorum!

Temennim, bu geceye binaen, bu kutlamalara mahsus değil her günümüze istinadendir ve alternatif bir öneri ya da misilleme hiç değil.

Yaratılış gayemizi kuşanmak ve o gayeye yakışmak içindir!