Son yazımızda Halep’te yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek için durumun ve durumumuzun ümitsizliğine dair bir yazı yazmış, üzerimize gelen tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekmeye çalışmıştım.

Bu yazıyı yayınladıktan sonra yazımı okuyan arkadaşlarım, dostlarım hep eleştiri, hep kahır, hep problemleri anlatıyorsun. Okur-yazar insan; sadece eleştirmez, sadece problemden bahsetmez hatta öncelikli olarak çözüm üretir, diyerek bana sitem ettiler.

Doğrudur. Çünkü eleştirme, karalama, ümitsizlik, çaresizlik; yaşadığımız sıkıntılar, buhranlar ve acılar için en kolay kaçış yoludur. Bağırır, çağırır, kabuğuna çekilir ve kendini münzevi bir hayata çekersin olur biter. Bana ne, ben mi kurtaracağım bu memleketi, bu millete güvenip de yola çıkılmaz dersin. Kaos, kriz bitene kadar ortalıkta gözükmezsin olur biter.

Ne kadar ne dersen de. Türkiye’de yaşamanın, Türk Milletinden olmanın, vatansever olmanın bedelini ödemek zorundayız aslında. Bundan kaçış yok. Sen ki daha yüz yıl olmadı dünyaya kafa tutuyordun. Sen ki dünyanın hangi noktasında olursa olsun mazlumların, mağdurların yanına koşuyordun.

Sen ki bir Hristiyan, bir Yahudi bile başına bir bela geldiğinde Türkler bizi kurtarır diyen bir neslin evladısın. Sen ki himayendeki onlarca milletin namusunu, malını kendi namusun, malı gibi koruyup, kollayan bir neslin ahfadısın.

Sen ki Türkler geliyor, bizi bu zalim voyvodaların elinden karatacak diyen Hristiyanların umudu bir millettensin. Sen ki İstanbul’u fetheden Fatihlerin, Viyana’yı kuşatan Kanunilerin torunusun. Yaşadığı ve yaşayacağı büyük krizlere rağmen Filistin’i namusumuzdur deyip satmayan, bedelini de acı içinde ölerek ödeyen Abdulhamid’in torunlarındansın. Sen ki ‘ben Mekke ve Medine’nin hâkimi değil hizmetkarıyım’ diyen kahramanların evladısın.

Daha sana çok oynayacaklar milletim. Daha sana çok acılar yaşatacaklar. Bir gün Halep’i vuracaklar, bir gün İstanbul’u. Bir gün Mursi’den vuracaklar bir gün Bangaldeş’ten. Bir gün Afganistan’dan. Bir gün Yemen’den. Bir gün Musul’dan bir gün Kayseri’den, Elazığ’dan.

Evet söz bitiyor, atılan nutuklar, getirilen tekbirler de acımızı dindirmiyor ama yaşadığımız coğrafyada var olmanın bedeli çok ağır. Türk Milleti olmanın getirdiği sorumluluk çok ağır. Hele de bunca iç ve dış düşmanlara karşı gösterdiğimiz direnç, kaybettiğimiz kahramanlarımıza rağmen dimdik ayakta durmaya çabalamamız düşmanlarımızı daha da insanlıktan çıkartıyor, daha da vahşileşiyor. Bunun farkındayız. Her seferinde bizi sokağa dökmeye, Cumhurbaşkanımıza karşı direnişe geçirmeye çalışıyorlar. Bunun da farkındayız.

Başarılı olamayınca da yeni yeni oyunlar oynuyorlar üzerimizde. İçimizdeki hainleri kışkırtıyorlar. Millette bir güvensizlik ortamı oluşturmaya çalışıyorlar. Tek dertleri son kale Türkiye’yi düşürmek. Türkiye’yi iç savaşa sokmak ama milletimizin birliği, beraberliği bu hainlerin emellerine nail olmasını engelliyor çok şükür.

Ne mi yapmamız gerekiyor? Her şeyden önce daha da çok bedeller ödeyeceğimizi kabullenmemiz gerekiyor her şeyden önce. Sonrasında ise çok ama çok güçlü olmamız gerekiyor. İnsan kalitemizi yükseltmemiz gerekiyor. Çok okumamız, çok çalışmamız gerekiyor. Bulunduğumuz her mevkiinin hakkını vermemiz, ailelerimize, çocuklarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Her doğan ferdi canlı bomba değil de bu millet için kendini feda edecek şekilde yetiştirmemiz gerekiyor. Durum vahimdir ama çözüm biz bir olursak hep olacaktır.

Son sözü yine Mehmet Akif Ersoy Üstadımıza bırakalım:

Vatanın takati yoktur, yeniden ihmale;

Doludizgin gidiyor, baksana izmihlale,

Ey cemaat uyanın, elverir artık uyku,

Yok mu sizlerde vatan namına bir duygu