Tarihin tozlu raflarına baktığınız vakit, Din-i Mübin-i İslam’ı tahrif etmek isteyenlerin takip ettikleri yolların hep aynı olduğunu görürsünüz. Din-i Mübin-i İslam’ı bozmak isteyenlerin “hile ve hud’a”sının asırlardır aynı olması, “E tevâsav bihî” yani: “Geçmişten bir tavsiye mi aldılar” (Zariyat 53) ayetinde açık bir şekilde beyan edilmiştir.

Tarih boyunca, vahyin nurunu söndürmek isteyenlerin suretleri değişse de, esas itibariyle aynı metodu takip etmeleri; “biri diğerinin varisi” olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Evet, geçmiş geleceğin aynasıdır. Bu sırdan dolayı Kur’an, geçmiş ümmetlerin kıssalarını anlatırken; geleceği ayna gibi gösterir ve gelecek nesillere ikaz ve tavsiyelerde bulunur.

Peygamberimizin (sav) “Süfyan” diye haber verdiği ihbarın, sadece FETÖ gibi oluşumlardan ibaret olduğu yanlışına düşülmesin. (Günümüzde bir hayli gündemde olduğu için FETÖ örneğini verdim.) İslam âleminde kendini gizleyip, Kitap ve sünneti tahrif etmeye yeltenenleri saklayan sır perdesini aralamak isterseniz, aşağıdaki hadise size ışık tutacaktır. O zaman bilinecek ki; nice şeyh, hoca ve âlim kılıklı Süfyaniler, Allah’ın nurunu söndürmek için var güçleriyle çalışıyorlar…

Nisa Suresi’nin 171’inci ayetinin tefsiri sadedinde, Kurtubi’de geçen ve günümüze ışık tutan tarihi olay, şu şekilde nakledilmektedir:

Hıristiyanlar Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden seksen sene sonraya kadar, hak din olan İslam üzerindeydiler. Kudüs’e doğru namaz kılar ve Ramazan orucunu tutarlardı. Bu hal Yahudiler ile İsevi Müslümanlar arasındaki savaşa kadar devam etti. Yahudiler’in Pavlos (Bolis) adında cesur bir kumandanı vardı. Hz. İsa’nın (as) sahabelerinden çok kişiyi öldüren Pavlos, bir gün Yahudiler’e şöyle seslendi: “Eğer İsa hak peygamber ise, onunla beraber olanlar da haktır. Biz ise onları öldürdük. O halde bizim varacağımız yer cehennemdir. Demek ki biz zarardayız. Bu durumda; İsevi Müslümanlar cennete, biz ise cehenneme gireceğiz. Ben onlara hile yapıp, İslam dininden saptıracağım. Müslümanlar’ı da, bizimle birlikte cehenneme götüreceğim.

Pavlos, İsevi Müslümanlar’ın yanına giderek, pişmanlığını(!) dile getirdi ve başına toprak saçtı. Müslümanlar’a: “Ben Pavlos’um, sizin düşmanınızım. Gökten bana bir ses geldi. Bana, ‘Senin tövben kabul olmaz. Ancak İsa’ya tabi olursan kabul olunur’ denildi.” dedi.

İsevi Müslümanlar, bunun üzerine Pavlos’u kilisenin bir odasına koydular. Pavlos, bir sene boyunca gece ve gündüz kilisede kalarak hiç dışarı çıkmadı. İncili iyice öğrendikten sonra kiliseden çıktı. İsevi Müslümanlara dedi ki: “Gökten bir ses geldi, Allah bana ‘tövben kabul oldu’ dedi.” İsevi Müslümanlar ise onu tasdik edip, sevdiler. (Bundan sonra Pavlos onların reisi oldu)

Daha sonra Beyt-ul Makdis’e geçen Pavlos, “NASTURA” denilen birini onlara halife yaptı. Nastura’ya sır vererek: “Meryem oğlu İsa ilahtır” dedi. Rumlar’a ise “İsa’nın bir ilahlık, bir de insaniyet yönü vardır” diye bildirdi. Akabinde “YAKUB” denilen bir adama sır vererek: “İsa insan değildir ki insan olsun, cisim değildir ki cisim olsun. O Allah’ın oğludur.” dedi. Başka bir adam çağırdı, onun ismi de “MELİK” idi. Ona da “Allah ölmez ki İsa da ölsün” dedi.

Bu kişileri ayrı ayrı çağırıp görüşen Pavlos her birine, “Siz benim sırdaşımsınız. Ben İsa ile görüştüm. Benden razı oldu” diyerek kandırdı. Sonra yine onların her birine “Kendimi İsa’ya kurban edeceğim” dedi ve mezbahaneye girerek kendisini kestirdi. Bu hadisenin üçüncü gününde Pavlos’tan sır alanlar, halkı kendi fikirlerine çağırdılar. Halk ise onlara ayrı ayrı tabi oldu. Bu taifeler günümüze kadar birbirlerini öldürerek, ihtilafa düştüler. Onların şirke girmesine, Pavlos denen adam sebep oldu.”

Bediüzzaman Hazretleri Münazarat isimli eserinde “Hiçbir müfsit, ‘Ben müfsidim’ demez, daima suret-i haktan görünür. Yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir’. Fakat siz mihenge -Kitap ve Sünnete- vurmadan almayınız! Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de ben söylediğim için, hüsn-i zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum” diyerek her sözün kimden gelirse gelsin; kitap ve sünnet denilen mihenge vurulmasını tavsiye edip, mezkûr tehlikeyi haber veriyor.

Hulasa: Kendisi Rahmet-i Rahman’a kavuşan Erzurumlu Hacı Vahdettin Hızıroğlu; Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyasın ehemmiyetine vurgu yapmak için şu misali getirirdi. “Rahmetli Anam derdi ki: ‘Oğlum; herkes herkesin her şeyine nazar eder. Ama kimse kimsenin aklına nazar etmez. Çünkü; kimse kendisinden daha akıllı birini görmez.’ Demek bir mesele kitabiyse; boynumuz ona kıldan daha ince bir iple bağlıdır. Eğer mesele akli ise; kusura bakmayın ben sizden daha akıllıyım’ derdi.” Şimdi Bediüzzaman’ın mezkûr sözden muradını anlayabildiniz mi?

Din-i Mübin-i İslam düşmanları, kimi zaman Pavlos, kimi zaman Arabistanlı Lawrance, kimi zaman ise “Pensilvanya’daki soytarı” şeklinde ortaya çıksa da; varisleri hep sureti haktan görünerek; efendileri olan şeytana hizmet edecektir.

Fiemanillah…