Bir ülkede hakiki iktidarın yolu eğitim ve kültürden geçer. Eğitim zarf iken kültür mazruftur. “Kültür” kavramı batılı toplumlarda daha çok somut yönüyle ele alınır. Doğulu toplumlarda ise tam aksine soyut ve manevi bir boyut kazanır. Mehmet Kaplan, “kültür, bir topluluğu, bir cemiyeti, bir milleti millet yapan ve onu diğer milletlerden farklı kılan hayat tezahürlerinin tümüdür” der. Hayat tezahürleri, her milletin kendi özüne ait olan ve bu özü yansıtan millî ve manevi değerlerdir. Bu değerler; din, dil, örf ve âdetler, dünya görüşü, yaşama biçimi, tarih, sanat, edebiyat, coğrafya gibi unsurlar olarak karşımıza çıkar. Medeniyetler de milletlerin kültürel birikimlerinin birbirini tamamlayacak şekilde bir bütün haline dönüşümü ile meydana çıkar. Kısacası “kültür” bir milletin hayatiyetinin temel taşıdır. Kültürü evrenselleştirerek manevi bir potada buluşturan ise medeniyettir. Türk kültürünün İslam medeniyetinin önemli bir bileşeni olarak tezahür etmesi bunun güzel bir örneğidir.

Kalp nasıl ki kanı pompalar, akciğerler nasıl ki oksijeni kana ulaştırır devletler de milli kültürlerini gelecek nesillere aktarmakla vazifelidir. Kendi kültürüne yabancılaşan daha da kötüsü milli kültürlerinin yerine yabancı bir kültürü zerk etmeyi “çağdaşlaşma” zanneden devletler kaplumbağayı kabuğundan ayıran rüküşün haline benzer. Çünkü bizi biz yapan kültürel değerlerimizi soyup attığımızda geriye saldırıya açık, amaçsız, anlamsız, çıplak, çirkin bir posa kalır. En iptidai kültürü bile güzel kılan kendisi kalma becerisidir. Bugünün sıradanlaşan tek tipçi toplumlarının aksine kendisi kalabilen toplumların insanlığın yegâne umut kaynağı olduğunu unutmamak gerekiyor. İslam medeniyetinin en önemli parçalarından birini oluşturan Türk-İslam kültürünü bu anlamda dünyanın ve insanlığın kurtuluş reçetesi olarak telakki ediyoruz.

Adına Türkiye dediğimiz bu topraklar her türlü yozlaştırma ameliyesine rağmen İslam’ı özgün yorumuyla yaşamaya çalışan milletimizin son kalesidir. Bu son kale de teslim olursa insanlık namına ümidimizi diri tutacak seçenekler “hiç” mesabesine düşecektir. İşte bu sebeple devletimizin kültürel iktidarı tahkim etmesi için bir yol haritası çizmesi, bu yolda kararlı adımlarla yürümesi acil bir gerekliliktir. Söz konusu milli kültürümüzün yapıtaşlarını belirlemek ve bu temel üzerine bir kültür politikası bina etmek durumundayız. Peki, bu yapıtaşları nelerden oluşmalıdır?

1- İslam: Türk milletinin içinde hayatiyet bulduğu en önemli değeri dinidir. Kendimizi balık kabul edersek içinde yaşadığımız deniz ülkemizdir. Denizin asli unsuru olan su ise İslam’dır. İçinde yaşayan balık o denizi kabul etsin veya etmesin suya bağlıdır. O deniz ki tüm milletimizi çepeçevre kuşatmış ve her anına mührünü vurmuştur. Bu sebeple kültürel iktidarın tüm veçhelerinde İslam’ın akidelerini ve bu çerçevede gelişen örf/adet/gelenekleri öncelikli temel almak durumundayız.

2- Dil: Türkçemiz aynı zamanda kültürümüzün en önemli yapıtaşıdır. Bu sebeple kültürel iktidar Türkçenin güzelliğine, asaletine yaslanmak durumundadır. 1000 yılı kucaklayan ortak alfabemiz de buna dâhildir.

3- Coğrafya: Kültürümüz ekseriyetle coğrafyamızın izlerini taşır. Mimarimiz, şehirlerimiz, köylerimiz, yiyeceklerimiz, kıyafetlerimiz, musikimiz, sanatımız hep coğrafyanın tesiriyle şekillenmiştir. Dolayısıyla coğrafyamızı hesaba katmadan kültürümüzün özgünlüğünü koruyamayız.

4- Tarih: Büyük Selçukludan başlayarak Anadolu beylikleri ve Osmanlı kanalıyla bize ulaşan 1000 yıllık tarihi mirasımızı kültürümüzün membağı olarak görmek ve bu çizgiyi zenginleştirerek devam ettirmek zorundayız. Nice şanlı hükümdarımızı hatırlayınız ki ilk işleri dünyanın dört bir yanından ilim, sanat, hikmet, irfan ehli adamları toplamak ve her birini ihsana boğmak olmuştur. İşte kültürel iktidarın mantığı budur.

Bu temelleri attıktan sonra üzerine çıkacağımız bina hem bize hem de gelecek nesillere hayatiyet kazandıracak ve milli benliğini koruyarak yoluna devam edecektir. Bunu ihmal ettiğimiz her dakika sermayeden yiyen tüccarın durumuna düşeceğimiz unutulmamalıdır.

Naipse haftaya devam edeceğiz…