Ya da huzur önemseniyor mu? Güzel olan şeyleri, kalpten bakmayı terk edecek kadar kendine muhalifleşti insan.

Fütühat-ı Mekkiyye 1’de, Muhyiddin İbni Arabi, “Gönül ancak doğruluğuna kesin olarak inandığı şeylerde serinler.’’ demiştir.

İnsanoğlunun tüm kavgası; kesinliğin iç kabuğundaki evi, güveni hissetmesi içindir… Ve huzur da güvenin başladığı yerde doğar. Bu öyle mutluluk resmi çizip, içe yerleştiğini sanma hali değil, bizzat hakikat cephesini hissedip, yaşamaktır.

Yaşamak adlı yolda ilk adımı kendi içine atan, kalp inceliğiyle süzer etrafı. Kendiyle göz göze gelebilen o iç mekânı temiz tutar yani yüreğini. İbni Arabi’nin “İçine dön, yalnız dışınla meşgul olma, çünkü sen yalnızca cisminle değil; ruhunla da insansın.” sözü içteki olgunluğa davettir.

Menfaatin, para hırsının, makamın, şehvetin pazarlandığı bu çağda evet şekillenmeye başladığımız yeni dijital çağda; kalpten, kalplere seslenme saadetini yaşayan kaç kişi çıkar ki. Artık tabiatla ilişkisini, eserine yansıtan sanatçılar da yok.

 “Aheste çek kürekler, mehtap uyanmasın.” diyen Yahya kemal gibi ustaların huzur musikisinde erimiyor gönüller. Mana dünyamızın küçülmesine, sanal dünyanın yapaylığına nasıl tahammül edeceğiz bilmiyorum. Pandemi ile daha çok içine girdiğimiz internet dünyası artırılmış gerçeklik, akılı eşya, zoom uygulaması diyerek hazırlanmış hız paketlerinin içine alıyor bizi. Ne itiraz edebiliyoruz ne de fikir yürütebiliyoruz. Hemen alışıyoruz bu akışa..

Dün ve bugün arasını bir yere koymaya kalksak işin içinden çıkamayız. İmkânlar ve hayaller arasında görülmemiş bir iç karışıklığı yaşıyoruz.

Yapay zekâ, kestirimci bakım, nesnelerin interneti, dijital fabrika, akılı şehir, büyük veri gibi dijital terimlerin dünyamıza yön verdiği bugünlerde, kalp temasından alabildiğince uzaklaşmaya başladık.

Yönetildiğimiz büyük fotoğrafın arkasını çevirmek, aklımızın ucundan dahi geçmiyor, geçemez de. Hız tutuşması yaşıyoruz adeta. Huzurun bitmişliğini dert edinemeyecek kadar renkli âleme göç etmek üzereyiz. Hız üçgenin içine doğan son kuşağa, kaybettiğimiz kalp huzurunu nasıl tattırmalıyız diye düşünüyor muyuz bile. Huzur olmayınca, şuur da yok oluyor. Gayesiz, hedefsiz, öylesine yaşama yani iç sancıyla her gün kül olma. Bu ilkesizliktir.

İdealsiz, umutsuz, ne istediğini hiçbir zaman bilemeyen insan; ahlaktan kopmuş, entrikalarla boğuşan. Huzurun yokluğu dağınık kılar insanı. İstikrarsızlık felakettir. Onursuzluk kimisinin üstüne sinmiş, çıkmıyor. Huzuru bulamayan hülyalara dalar, bir mucize bekler bu kaosu dağıtacak bir el. Lakin bu gerçekleşmez. Huzursuzluk nereye kadar oyalanabilir ki.

Baudelaire, sıkıntılarını şiiriyle buluşturan şair, “Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam’ -‘Kimine huzur iner gökten, kimine gam.” diyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur’u iç kargaşayla yazdı. Olmak istediği adama mesajlar gönderdi.

Çağımızın ihtişamı, aşırılığı, özenti depremi kimlik bunalımına sürüklüyor birçok kişiyi. “Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle, beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.” diyor huzursuzluğun kitabında, Fernando Pessoa. Evet, ait olamamak bu kapıya çıkıyor, boşluğa. Devreye giren duygu kıtlığı da yanlışa yeken açtırıyor.

Toplumun kaburga kemiğini çatlatıyor madde bağımlılığı, cinayetler, intiharlar ve şiddetler. Çağımda huzur var mı ki. Her gün dünya olarak yeni bir olaya şahit oluyoruz. Çocuk kanı, terör ve savaş günün ilk cümlesi oluyor. Bu çağda değişmeyen tek şey, acı. Birileri yok ederek kazanma derdinde. Bazısı huzursuzluğunda kıvranıyor bazısı haksızlıkla elde ettiği güce tapıyor.

Huzursuzluk muallakta bırakır insanı. Sürekli bir didişme, düzlüğe çıkamama. Güvensizlik. İnsan, kendi olamayınca başkasına kukla olur.

“Seni övdükleri sürece kendi yolunda gittiğini sanma sakın: Başkasının yolunda gidiyorsun.” diyen Friedrich Nietzsche toparlamaya çalışmıştır çelişkili hayatı.

Övgüde şımarmak ister insan. Bazısı kendisinden bahsedilmesini çok sever. Çorap söküğünü andıran yanlışlar niye mi benimseniyor? İki ikili için; para ve şöhret.

Paris’te doğan Radi’nin muhteşem eseri, düşünen heykel. Bir kadının intiharına sebep olan çelişkili insan Rodin “En önemli nokta heyecanlanmak, sevmek, ummak, titremek, yaşamak. Sanatçı olmadan önce insan olmak.” diyor ve burada düşündürüyor asıl.

Kelimeler davranışlarla tezat teşkil etmekte. Bunun nedeni iç huzursuzluk. Tarih ve sanat arayış hikâyelerine gebe.

Modern bilgiçlik, seküler yapı ihtiyaç duyulanı söküp aldı içlerden. Günümüz nesli neyi ne ile sorgulayacağını dahi bilmiyor. Keskin doğruların yerini yamukluk aldı. İç yolculuğa ihtiyacımız var. İçte dirilmeye. Adeta yeniden doğmaya!

Huzur okumasını yapan normalleşmeye hazır demektir. Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Bedri Rahmi Eyüboğlu: “Kirazın derisinin altında kiraz /Narın içinde nar/Benim yüreğimde boylu boyunca memleketim var.”

Kalbinize emanetsiniz…