Kuzey Avrupa’nın ülke dışına en fazla göç veren ülkelerinin başında geliyordu Norveç. Öyle ki, ABD’de çalışmak zorunda kalan Norveçlilerin sayısı neredeyse ülke nüfusuna ulaşmıştı. Bu fakir Avrupa ülkesinin kaderi II. Dünya Savaşı sonrası değişti. Petrolün bulunmasıyla birlikte zenginlik o kadar arttı ki, 1980’lerden bu yana dünyanın kişi başı milli geliri en yüksek ülkelerinden birisi oldu.

Suudi Arabistan da tıpkı Norveç gibi petrolün bulunduğu 1936 yılına dek, neredeyse tek gelir kaynağı hurma olan fakir bir devletti. Bu tarihten sonra ise hepimizin yaşayarak gördüğü büyük zenginliğe ulaştı.

Fakat ne dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birisine sahip olan Suudi Arabistan‘ın, ne de kişi başına düşen yıllık 81 bin dolarlık servetiyle Norveç‘in dünya siyasetinin belirlenmesinde en küçük bir etkisi yok. Dünyamıza barış ve huzurun, insanlığa adalet ve merhametin ulaşması konusunda bu zenginliğin ne katkısı var?

Enerji kaynaklarının çokluğu, halkın ekonomik refah seviyesinin artması “bağımsız” iradenin ülke siyasetine hakim olduğunda bir anlam kazanır. Yoksa, Arabistan ve BAE gibi müstemleke, Irak gibi parçalanmış bir köle ya da İran gibi Ortadoğu’yu mezhebi hırslarıyla yangın yerine çeviren bir canavar olursunuz.

EN BÜYÜK MÜJDE

Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir müjde vereceğini söylediğinde ben mutluluktan havaya uçmadım. Çünkü, bu gariban milletin, iki asır sonra hayatındaki “en büyük müjde” Erdoğan’ın liderliğinde zaten gerçekleşti: Bağımsızlık.

Dünya Savaşına Alman Krupp Şirketinin silahlarıyla girmemizin; Karadeniz’in küçücük atölyelerinde bile silahın üretilebildiği ülkemde yüz yıl boyunca askerine tabanca dahi üretip veremeyişimizin sebebi ne cehaletimizdi, ne de fukaralığımız.

Bugün silah üretimi yapan şirketlerimiz dünya sıralamasına girebildilerse; İHA ve SİHA‘larımız Irak’tan Libya’ya; Suriye’den Azerbaycan semalarına kadar dolaşıp dosta güven, düşmana ise korku verebiliyorlarsa bunun sebebi artık ülkemizde “bağımsızlık iradesi” olmasındandır.

Dünya Savaşı’nda yok olan Japonya, 1953’te tarumar olan Güney Kore tüm dünyaya otomobil üretip satabiliyorken, biz neden “bir lastik bile” yıllarca üretemedik? Cehaletimizden mi, fukaralığımızdan mı? Elbette hayır.

EN BÜYÜK HAZİNEMİZ: BAĞIMSIZ ÜLKEMİZ

1941’de ilk uçağımızı, 1961’de ilk otomobilimizi yaptık. Fakat uçaklarımızı kendi ellerimizle toprağa; Devrim arabasını ise müzeye gömdük. Çünkü ülkeyi darbelerle hizada tutan “sömürgeciler” öyle buyurmuşlardı. Bugün yüksek teknolojideki yerli otomobilimizi üretiyoruz. Şimdiden dünyadaki “küresel sermaye tekelleri” telaşa kapılmış durumdalar.

Sizi bilmem ama benim için en büyük hazine, sadece bu toprakların değil, artık tüm mazlumların ıstırap dolu bakışlarını yerden kaldıran “bağımsız bir ülke”ye sahip olduğumuz gerçeğidir.

İbn Battuta, “dünyanın her türlü zenginliğini gördüğünü ancak Anadolu insanı gibi bir hazineyle” hiç karşılaşmadığını yazar yedi asır önce. O hazineye 15 Temmuz gecesi “liderinin önderliğinde”, bedenini tanklara siper ederken bir kez daha şahit oldu tüm dünya.

Şimdi Karadeniz bir doğalgaz denizine dönse, Marmara bir petrol havuzu olsa ne mi olur? Büyük hazinemize, küçük bir katkı olur sadece.

Fakat düşman hasedinden çatlar.

Bak, çatladı bile..