Yüreklerimiz yanıyor. Hem de kan ağlıyor. Ağlamayan yürek mi kalır buna? Eğer varsa yürek denmez ona. Ne kadar acı bu. Ümmetin acıları ne zaman diner? Ancak biz, yanan yüreklerimizle birleşip müdahale ettiğimiz zaman değil mi? Hepimiz Halep’iz, Musul’uz, Kerkük, Gazze, Suriye ve Doğu Türkistan’ız. Tek yürek tek insanız. Hani “mü’min bir duvarın tuğlaları” ya da bir “bedenin azaları gibi olacaktı” ya! Öyle miyiz acep? Ancak öyle olduğumuz zaman bir mana ifade edebileceğiz. Yoksa ne mümkün? Ümmetin birliğe ihtiyacı var. Ama şükür ki bugün, buna gayret eden bir lider var. Allah’ın bir lûtfu bu. Bunun kıymetini bilmek ve kenetlenmek lâzım.  Evimizi bir an kaybettiğimizi düşünelim. Ya da aile ve çocuklarımızı! Veya hepsini birden. Bombaların başımıza yağdığını… “Aman Allah’ım! Ne büyük bir acı bu,” deriz değil mi? İşte İslâm Dünyası. Yanıp yıkılan onca insan ve yuvaları. Bazen düşünüyoruz herhalde. Biz de olabilirdik onların yerinde. Tepesine bombalar yağan ya da biraz şanslı olarak şu anda bir cami önünde bekleyen ve ya bir kuruma başvuran! Rabbim âhir ve âkıbetimizi hayreylesin! Haçlı sürüleri, haçın bir yanını bir tarafa, diğer yanını da başka bir yana saplıyor. Hilal değil ki saplanmasın ve şefkatli olsun.

Ne deriz Rabbimize?

Bir garip görünce boynu bükük, ağlayan bir Peygamber’in ümmetiyiz biz! Ama gerçekten öyle mi? Âh bizler! Ne deriz Rabbimize bilmiyoruz. Sevgi ve muhabbetini Rabbine ve Rasûlü’ne hasreden insanlar, bu eşsiz duygunun potasında erimişler ve yaptıkları her işi sadece Allah için yapmışlar. Sahabe-i Kiram ve onları takip eden güzel insanlar, hep böyle olmuşlar. İşte bu duygu onlarda Ömer’lerin yetişmesine vesile olmuştur. O koca Ömer ki Mehmed Akif’in ifadesiyle;

“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu,

Gelir de Adl-i İlâhi sorar Ömer’den onu.” demiş.

Hz. Ali (ra) şöyle anlatır: “Bir gün Ömer’i, sırtında bir devenin palanı olduğu halde telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm, “Ya Emire’l-Mü’minin böyle telaşla nereye gidiyorsun?” diye sordum. “Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum, ta ki palanını sırtına koyup yerine getireyim” diye cevap verdi. Ardından bir adam göndersen olmaz mıydı? diye sorunca; “Kıyamet günü hesabını Ömer’den sormazlar mı?” dedi. O zaman ben, “İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!” dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu: “Hz. Muhammed Aleyhissalât-ü ve’s-Selâmı, Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa yahut bir kurt bir koyunu kapsa, korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!” Şu duyguyu düşünebiliyor musunuz?

Bir başka ibret tablosu

Yaşanan bir hadiseden sonra Hz. Ömer’e (ra), tebaasından bir koca karının söylediklerini de düşünmek gerekir ki, Ömer’lerin nasıl ortaya çıktığı anlaşılmış olsun. Emir el- Mü’minin ve tebaa. Hz. Ömer bir gün Medine’nin kenarında dolaşırken ağlayan çocuklar ve yaşlı bir kadının sesini duyar:  “Sabredin yavrularım! Birazdan yemek pişecek ve karnınızı doyuracaksınız.” Bir yandan da Ömer’e sitemler eder o ses. Ömer (ra) irkilir ve seslenir. Müsaade alarak girer ve durumlarını sorar. Kadın kocası ve oğlunun şehid olduğunu ve çocukların da torunları olduğunu söyler. Ömer, tencerede ne pişirdiğini sorunca da; taş pişirdiğini ve onları avutarak uyutmaya çalıştığını anlatır. “Peki, niçin Ömer’e kızıyorsun, nereden bilsin halinizi, neden gidip anlatmadınız derdinizi” deyince de, yaşlı kadın şu tarihi cevabı verir: “Ömer halimizi bilmeyecek de neden başımıza halife oldu?” Titrer ve ağlar koca Ömer. Sonra da Beytü’l-Mal’e giderek ihtiyaçlarını bizzat sırtında getirir ve onları maaşa bağlar.

Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz

Ömerleri ve ashabı yetiştiren bir lider vardı ki O; Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz idi. O Ömer ki, kendi kız çocuğunu dipdiri bir şekilde kumlara gömerken, daha sonra bir şefkat ve merhamet âbidesi oluvermişti. Evet. Ömerleri ve koca karıları düşünmeliyiz. Ensarı düşünmeliyiz. Muhaciri düşünmeliyiz. Evet. Yüreklerimiz kan ağlarken, gözlerimizin yaşını katık ederek yürümeliyiz Halep’e, Musul’a, Kerkük ve diğerlerine… Ümmetin dirilişi yine bu milletle görünüyor. Rabbim lûtfeylesin!