Hayat insanı dönüştürür. Franz Kafka’nın “Dönüşüm”ündeki gibi bir gecede böceğe döüşmez insan tabii ki… Fakat hayat bazılarını başladığı yerden çok uzaklara sürükler. Böceğe, kelebeğe, kurbağa dönüşmek seçtiğimiz tercihlerle oluyor.

Gelişme, kaçınılmaz. İnsanlık tarihi boyunca insan medeniyetinin, dünya çapında teknolojinin veya ferdi (bireysel) ilerlemenin geçirdiği aşamalar, bizlere bu gelişimin kaçınılmaz olduğunu tekrar tekrar ispatlıyor. İyilikten ve doğruluktan yana olmayan değişimle iyilikten ve doğruluktan yana olan değişim arasındaki gerilim, ilk insandan bugüne ve buradan kıyamete dek her zaman varolacak.

Dış dünya ve maddi unsurlar yönüyle “başladığı yerde olmak” insan için gelişememe anlamına gelir. Manen “başladığı yerde olmak” veya daha ileri gitmek bir başarıdır.

İnsan   türünün geneli, ontolojisinin (tabiat ve fıtratın) gereği olarak kötülükle değil, adalet ve iyilik temeliyle hayata gözlerini açar. Çocuk masumiyetinden başlayarak yaşadıkça iyi veya yanlışı öğrenir; bunlar arasında yapacağı tercihlerle hayatını yönlendirir ve zamanla yaşadığı her ne ise bizzat o kendisine ve kimliğine dönüşür.

İçinde doğduğumuz çevre bizi şekillendirirken iç sesimiz olan “vicdan” her ortamda herkes için az ya da çok rahmani bir ses olarak yanlıştan vazgeçirip bizleri doğruya yöneltir, doğrudan sapma halinde ise sapmama yönünde uyarır.

Vicdan, doğruluk, adalet gibi ölçülemeyen ve soyut kavramlar üzerinden konuşmak ispatı güç bir mecrada at koş turmaya benzer. Adaletin, acımanın (merhamet), şefkatin veya vicdanın doğuştan itibaren insan tabiatında olup olmadığı veya sonradan kazanılıp kazanılmadığı tartışmaları öteden beri sürüp gider. Bu tartışmada, insanın ontolojik olarak yani tabiatı gereği adalet, eşitlik, ayrımcılığa itiraz etme, merhamet, şefkat ve vicdan gibi kavramlara sahip olduğu tarafındayım. Bu üst ve iç değerlerin zamanla körelmesi veya güçlenmesi çevre şartlarına ve hangilerini beslediğimize bağlı. Zihnen kötü bir çevreden iyiye geçmenin de iyi bir çevreden zihnen daha kötüsüne geçmenin de mümkün olduğunu biliriz.  İkinci halde, bir iyileşme veya gelişmeden değil, kötüleşme ve gerilemeden bahsetmek gerekir.

Bu gerçeğin  gerek insan gerekse toplum ve devlet bazında örnekleri çoktur. Genel olarak insanlık tarihi maddi unsurlar yönüyle ilerleme ve gelişme yönünde varlığını sürdürüyor. Nüfus artışları, bilginin çeşitlenmesi ve artışı, teknolojik ilerleme, bayındırlık faaliyetlerindeki artış gibi hemen her noktada sayıların yükselişini görüyoruz. Hiç bir toplum ve devlet bir asır önceye kıyasla bile  başladığı yerde değil.

İnsanın iç dünyası bakımından da durum böyledir. İnsan öğrendikçe gelişir, öğrenme süreci ölüme kadar devam eden bir gelişmeyi kapsar. Bu gelişme, kötüden iyiye veya iyiden kötüye olabilir.

Ülkemiz gibi sosyal açıdan hızla değişen ülkelerde insanların ve toplulukların genelinde değişimin boyutu büyüktür ve farkedilmeden gerçekleşir. Toplum veya kişi başladığı noktanın çok uzağındadır ama bunun farkında değildir. Özellikle insanlar değiştiklerini kabul etmekte zorlanırlar. Her zaman başlangıçta oldukları yerde olduklarını iddia ederler. Ama gerçek hiç de böyle değil.

Birinci elden tanıdığım bir çok örnekte  olumlu veya olumsuz dönüşümü gözlemledim; tabii ki kendimde de… Kendinizdeki değişimi yakalayabiliyorsanız ilerletebilr veya gerekliyse durdurmak ve geri dönmek için çalışabilirsiniz. Farkında bile değilseniz yaşadığınız metamorfoz sizi siz olmaktan çıkartabilir.  Bu değişim, bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi de sudaki bir iribaşın kurbağaya dönüşmesi gibi de olabilir…

Hayatın içinde insanın yaşadıklarıyla ve gözlemleriyle gelişmesi de olağandır. Ancak çoğu kez başlangıçta insan fıtratına uygun olan veya değerlerinizden kaynaklanan ilke ve kurallarınızın sabitlenmesi önemlidir.  Çünkü onlar değişmez postulatlar olarak kalmadıkça nereden nereye savrulduğumuzu farkedemeyiz. Arada bir dönüp geriye bakmak, “hayat duruşuma dair iddialarım nelerdi ve  ben bugün neredeyim” sorusunu kendimize sık sık sormak zorundayız.

Dönüşen örneklerin çoğunda farkedilmeyen bir süreçle başlayan tedrici bir dönüşüm yaşanır. Nihai aşamada inkar edilemeyecek bir değişim ortadadır. İnsanların bir kısmı, inkar ettiklerini ve nefret ettiklerini  rasyonalize ederek akla yatkın hale getirerek yaşar, yapar ve sonra benimserler…

O zaman insan, toplum, topluluklar ve ülke olarak da “başlangıç iddialarımız, kural ve değerlerimiz nelerdi?”  sorusunu kendimize sık sık sormamız gerekir. Çünkü unutulmaması gereken nokta, ilke, değer ve kurallarımızın bizlere karanlık gecede kılavuzluk eden “kutup yıldızı” kadar net sabiteler olduğudur.