Halep’te yaşlı, çocuk, kadın binlerce insan iki mahalleye sıkışıp kalmışken ve Şii milisler gerçekleştirecekleri yeni bir katliama doğru adım adım ilerlerken tüm dünya yaşananları seyretmekle yetiniyor.

Müslümanlar, İran destekli mezhepçi terör örgütlerinin masum sivillere yönelik vahşi cinayetleri karşısında aciz.

Halep’ten gelen görüntüleri izlerken yüreklerimiz kan ağlıyor ve hiçbir şey yapamamanın acısıyla kıvranıyoruz.

Battaniye, un ve benzeri yardımlar için kampanyalar düzenliyoruz.

Fakat herkes biliyor ki bu yardımlar o zavallı insanları katliamdan, çocukları yıkılan binaların altında kalmaktan ve kadınları gözü dönmüş Şii milislerin tecavüzünden korumuyor.

“Nerede bu 1,5 milyar Müslüman?” diye isyan ediyoruz.

O 1,5 milyar Müslüman’ın Halep’e en yakın olanlarının bizler olduğunu unutuyoruz.

Başkaları da “Nerede Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in torunları?” diye soruyor.

Herkes birbirini suçluyor.

Oysa kimsenin kimseyi suçlayacak hali yok.

Çünkü bu utanç hepimize yeter de artar bile.

Korkarım ki Halep’in vebali yapabileceği bir şeyler varken yapmayan her ülkeyi yakacak.

Türkiye’nin Rusya’yla anlaştığı ve Fırat Kalkanı Operasyonu’na sessiz kalması karşılığı Halep’i Putin’e bıraktığı iddia ediliyor.

Birileri bu şekilde teselli buluyor.

Sanki Rusya’ya baskı yapmak sadece Türkiye’nin üzerine vacipmiş gibi.

Sanki kendilerinin Moskova’yla ilişkileri yağlı-ballı değilmiş gibi.

Sanki Putin’i Suriye’de rejimin katliamlarına destek olmaktan vazgeçirmek için en ufak bir girişimde bulunmuşlar gibi.

Kendi ayıplarını Erdoğan’ın üzerine yıkma derdindeler.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi beş ülkenin kontrolünde.

O ülkelerden biri de Rusya.

Yani BM Güvenlik Konseyi’nden ümit yok.

Ya İslam İşbirliği Teşkilatı?

Ya Arap Birliği?

İslam ülkelerinin NATO’su olacağı söylenen “İslam Ordusu” nerede?

Halep’te katliamı bekleyen masum sivillerin ve tecavüze uğramamak için intihar etmeye karar veren Müslüman kadınların bir duası da şöyle:

“Bizim için bir şeyler yapmaya gücü yettiği halde yapmayanlara Allah lanet etsin.”

Herkes gücünün sınırlı olduğunu ve Halep için ancak bu kadarını yapabildiğini söylüyor.

Daha fazlasının elinden gelmediğini ve gücünün ötesinde olduğunu öne sürüyor.

Bu iddianın ne kadar doğru olduğunu ve kimin neye gücünün yetip yetmediğini Allah elbette bilir.

Yaptıklarımız kadar yapmamız gerekirken ve gücümüz yeterken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız.

Halep’te durum şu an oldukça vahim.

Suriyeli gazeteci Hadi El Abdullah, kuşatma altındaki arkadaşı Muhammed Nihad’ın şöyle dediğini aktardı:

“Dün Bustanu’l Kasr Mahallesi’nden çıktım. Gözlerimin gördüğü son manzara şuydu: Bedir Camii yanında aileler tüm fertleriyle enkaz altında kalmıştı. Kaldırımların üzerine saçılmış çok sayıda sivil insan cesedi vardı. Onları defnetmeye veya mahalle dışına çıkarmaya gücümüz yetmedi.”

Bu manzara karşısında suçlu aramaya gerek yok.

Hepimiz öyle ya da böyle suçluyuz.

En başta da bir türlü tek sancak altında toplanamayan devrimci gruplar.

Onların birlik olamamasını bahane edip gerekli silah yardımından kaçınanlar.

Gün sağı-solu suçlama ve bahane arama günü değil.

Bari bu saatten sonra elimizden ne geliyorsa ve yapabileceğimiz ne varsa yapalım.

Yapalım ki yarın Allah katında verecek cevabımız olsun.

Halep’te hepimiz kaybettik.

Teslim olmayı reddedip sonuna kadar direnen bir avuç insan hariç.

Halep düşse bile destansı direnişleri tarih sayfalarına altın harflerle yazılacak o yiğitlere selam olsun…