Her kuşak bir sonraki kuşaktan mesuldür aslında; çünkü ona dair kodları üretir ve bir önceki kuşaktan aldığını, kendi kuşağının değişimleriyle yoğurur ve aktarır…

Dolayısıyla bu durumu bir “kuluçka” metaforuyla açıklamak, birçok şeyi yerli yerine oturtmak açısından oldukça önemlidir…

Çünkü kuluçka, olması gereken bir şeyin, kendi yaratılış serüveninde olması gerektiği gibi olması anlamını taşır…

Bizler de sosyolojik olarak bizden sonraki nesil için bir kuluçka evresiyiz netice itibariyle…

Evet, öncesi de var ama özellikle Covid-19’un işgali altında kalmış kuşaklar olarak, temsil ettiğimiz bu toplumsal kuluçka evresinin ne şekilde bir sonuç üreteceği, çok ciddi bir mesele haline geldi…

Kuşakların kendisi gibi, geleceğe dair üreteceği değerleri temsil eden “kuluçka” halini de işgal eden bu virüs, kendi doğası ile ilgili olanları dayatırken, diğer doğal süreçler için adeta bir yok edici hüviyeti kazanmaya başladı gibi…

İnsan, tarih boyunca istilaları hep kendi türünden bekledi muhtemelen; lakin bugün bütün dünyanın birkaç gram virüs tarafından da istila edilebileceği gerçeği ile ve bir şok halinde yüzleşiyor…

Sanırım bu gerçek hepimizi asıl tehlikeye karşı çok daha bilinçli olmaya zorluyor; insanın kendi türüne karşı daha duyarlı olması gereken mutlak/zorunlu bir dayanışma için…

Bu, Fransız sosyolog Alain Touraine’in Descartes’ın ‘akıl-insan’ının bitişi, ‘duygu-insan’ın yeniden merkeze oturtulması söz konusu” şeklinde ifadesini haklı çıkarır mı?

Bunu elbette zaman gösterecek; ama işgalin merkezinde olan ve sadece kendini yaşatma güdüsüyle yüklü bir virüsün -doğası gereği merhametli de olmayan- saldırısına karşı mücadeleyi topyekûn bir hale getiremeyen insanlık, gelecek nesillere bırakmakla yükümlü olduğu pekçok şeyi yapamaz hale gelecek…

Sanki gerçek “istiladan” bihaber olan ve adeta “makine-insan” hüviyeti kazanmışlar için pek de değişen bir şey yok gibi; en azından bugün öyle görünüyor…

Kendilerini, “Demokrasinin yılmaz savunucusu” gibi görenler bile insanı, “Demokrasiyi demokrasiden korumak” gerekli fikrine sürüklüyor adeta…

Dayanışma, ayakta kalmanın hatta hayatta kalmanın en büyük bileşeni halini almışken bile bu denli çıkarcı davranmak, bir aklın idrakini zorlayacak türden…

Dünya sermayesine hükmedenler için Covid-19 sanki hiç olmamış gibi; sanki onlar bu süreci ışınlanarak geçmişler ve direkt Post-Covid-19’u yaşıyor gibiler…

“Acaba bu istilacı virüsten arta kalanları nasıl “pay” ederiz” diye çoktan hesap-kitap vaziyeti almış durumdalar…

Ama bütün bu gerçeklere rağmen dünyanın vasatı için “duygu-insan” ı hayatın merkezine oturmak adına hiç bu denli bir ihtiyaç hâsıl olmamıştı belki; en azından kayıtlı tarih içerisinde…

Farklı canlı türlerine de düşmanlık etmiş olan insan, genellikle kendi türüne düşman olmuştur tarihte; savaşlar bunun en net göstergesidir…

Dünyayı kendi türüyle paylaşmak istemeyenler, en acımasız yüzlerini yine onlara karşı gösterdiler…

Tuzaklarını kurup beklediler hep; tıpkı avına adil davranmayan tuzak avcıları gibi…

Cavid-19’un gölgesinde hatta istilasında olan bugünün neye gebe olabileceğine dair tahminler elbette mümkün ama ne olacağı ise gerçek bir belirsizliktir…

Bu kuluçka döneminin bizi neyle yüzleştireceği gerçek bir belirsizlik olsa da, hâlâ elimizde olanın ne olduğuna ve onu nasıl koruyacağımıza dair ciddi bir bilgiye sahibiz; ama “Yeterince bilinçli miyiz?” sorusu, ciddi kuşkular barındırıyor…

Yaratılışı gereği kendisine bahşedilenler üzerinden bakılınca bu süreci, “Aklı, merhameti, vicdanı temsil eden insan kazanmalı” demek istiyorum; başka bir ihtimali aklıma dahi getirmek istemiyorum…

“Akıl dışına bile akılla çıkar insan” ama mesele kendi hayatı ve gelecek nesilleri olunca, akıl dairesinde kalmalı demek istiyorum…

Buna güvenmek ve hiç olmazsa ilk defa, “Bütün insanlık birlikte kazansın” diye umutlanmak istiyorum; nisyan ile malul olduğumuzu bile bile…

Her şeye rağmen bu “toplumsal kuluçka” insani değerler açısından bir kazançla sonuçlanmalı; aklın temsil ettikleri de böyle olması gerektiği yönündedir…