Kur’an’da müminlerin en önemli özelliklerinden olarak zikredilen “infak” kelimesi; sözlükte (malı) tüketmek, bitirmek, harcamak, (elden) çıkartmak gibi anlamlarda kullanılır.

Terim olarak da “Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek amacıyla kişinin kendi servetinden harcaması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” olarak tanımlanır. Bu kavramın içine, kişinin yakın ve uzak akrabalarına, tüm ihtiyaç sahiplerine faydası olan, mal, mülk gibi maddi katkılarda bulunması girdiği gibi manevi değere karşılık gelen ilim tahsil etmek için verilen emek, rızık temini için yapılan çalışmalar, nasihat, yol gösterme çabaları da girmektedir. Bu bağlamda Râğıb el- İsfehanî, mal dışında (manevi) değeri olan şeylerle yapılan çabanın da infak kavramı içinde olduğunu söylerken, M. Hamdi Yazır da bu anlamı, ihtiyaç sahiplerine kişinin sahip olduğu makamdan, ilimden, nasihatten, nefse hizmetten, hatta saygı-sevgi ve selam türünden yaptığı her hayrın da infakın manevi kapsamı içinde olduğunu söyler. (Elmalılı, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, 1979, I,192 ) İnfak müessesesi olarak Vakıflar İslam toplumlarının en köklü geleneklerinden olan vakıflar, içtimai ve iktisadi alanda en güzel infak müesseseleridir.

Vakıf geleneği yaratılmış her şeye karşı şefkat ve merhametin en mükemmel bir tezahür şeklidir. İnsan için dünyaya ait varlıkların değer itibariyle en yüce ve ehemmiyetli olanı, “can” ve “mal” dır. Rızayı ilâhîye nail olabilmek, bunları Allah yolunda infak etmekle mümkündür.

Bu sebepledir ki, malını ve canını, yâni sâhip olduğu her şeyi Allah yolunda cömertçe harcayabilen insanlara “vakıf insan” denilmiştir.

Bu insanlar, kendilerini bütün imkânlarıyla hayra vakfetmiş olmaktan dolayı böyle yâd edilmeye lâyıktırlar. Bu insanların canla başla yapmaya çalıştıkları hizmet ve faaliyetleri umumiyetle geçici dünya hayatına münhasır olmayıp, tesis ettikleri müesseseler vasıtasıyla gelecek zamanlara da şamil bir surette devamlılık arz eder.

Zamanımızın içtimaı ve iktisadi sebeplerle huzursuzluklara sahne olmasının sebeplerinden biri de köklü vakıf geleneğinin sekteye uğramış olması, yeni kurulanların da ihtiyaçlar karşısında yetersiz kalmasından ileri gelmektedir.

İnfak, sermayenin bir virüs mikrobu gibi cemiyetin sulh ve sükûnunu ihlâl etmemesi ve fertler arasındaki haset ve düşmanlıkların ortadan kalkması için en tesirli çaredir.

Servet sâhipleri, kendilerini muhtaçların yerine koyarak imkânları nispetinde “infak” gayreti içinde olmalıdırlar. Bunun da en güvenilen kurumsal imkânı vakıflardır.

Servetin, infak ölçülerinin dışında kullanılmasının ahiretteki hesabı ağır olacağı gibi, dünyada da fert ve cemiyet planında birçok buhranlara sebebiyet vereceği aşikârdır. Servet emanettir Allah Teâlâ, kâinatı ve içindekileri insanın istifadesine amade kılarak

onun korunmasından da mesul tutmuştur. Evlat, mal, mülk, sıhhat, hepsi bu muhteva içinde ona tevdi edilmiş emanetlerdir. İnsan bunları titizlikle korumak mecburiyetindedir. Emanete gereği gibi riayet edip onun üzerinde asıl sâhibi olan Allah’ın rızası istikâmetinde tasarrufta bulunmak, ilâhî rahmet ve bereketi celp etmenin yegâne vesilesidir.

Yunus Emre’nin: “Mal sâhibi, mülk sâhibi, Hani bunun ilk sâhibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan!” Diyerek çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi mülk, gerçek manada Allah’a aittir. Kula ancak muayyen bir zaman dilimi için tasarruf hakkı verilmiştir.

Onun içindir ki, kâmil bir mümin olabilmenin şartlarından biri de “servet bir emanettir” şuuruyla yaşayabilmektir.