“Gençlik çabuk geçer, derler. Maalesef eklemeliyim ki ihtiyarlık da öyledir.” Cenap Şehabettin noktayı koymuş. Vakit geçiyor. Hele günümüzde, hızına iyice yetişemez olduk. Zaman, hayata tur bindirecek neredeyse. Bir yerinden yakalamak gerek.

Pazartesi işe gittikten sonra ‘Tamam artık hafta bitti sayılır’ diyenlerdenseniz yalnız değilsiniz. Kendimize vakit kalsın diye herşeyi otomatikleştirdikçe zaman çarkını da hızlandırdık mı ne? Çok çok eskilerin, örneğin annemin anlattığına göre önceden herşeye vakit yetermiş. Neden çok çok eski dedim? Çünkü annemlerin gençlik dönemindeki gündelik hayat, bizler için uzak ve hayalî bir dünya gibi geliyor artık.

“Ne! Çamaşırları elde yıkamak mı? Nası yani? Oldu bir de tarlada çalışalım!? Yok artık! Üstelik üçten fazla çocuk büyütmek!? Daha neler! Ben bu parmakcağızlarımın sadece fotoğraf çekmeye ve sosyal medyada paylaşmaya yaradığını sanıyordum!!”

Elbette karikatürize ediyorum. Ama tuhaf geliyor günümüz insanına. Vaktimiz bize kalsın diye(!) icat edilen makinalar aslında farklı bir amaca hizmet etti sanki. Doğru. Vakit bize kaldı. Peki ne yaptık o vakitte? Daha fazla dizi izledik. Daha çok dedikodu yaptık. Alışverişte daha fazla vakit öldürdük. Evhamlanmak, vesveseye kapılmak için bir hayli vaktimiz oldu. Elbette teknolojiyi topyekün gömecek değilim. Neticede bu yazıyı klavye ile yazıyorum. Derdim, kontrolü kaybetmemek için. Hiç değilse ne yaptığımızın farkına varmak için.

Vaktin nasıl geçtiğini anlayamayışımızın sebebi, zannımca zamanın geçtiğinin bize unutturuluyor olması. Veya hiçbir şeye zaman ayıramayacakmışız gibi zannetmemiz; etrafımızdaki herşeyin çok hızlı hareket ediyor olmasından olabilir.

Hızlı tren, 3 dakikada Sirkeci, bilmem kaç çekirdek işlemci, SSD bellekler, hızlı USB’ler, dondurulmuş gıdalar, zaman yönetimi tırıvırısı, 5G, vesaire… Unutuyoruz. Bir de ev almak için yirmi yıl takside girmeler var. Sanki ölmeyecekmişiz gibi… Düşünsenize yirmi yıllık takside girmişsiniz. Sizin ölmemeniz lazım. Yoksa taksitleri kim ödeyecek? Ölümü unutmalısınız. Zamanın yittiğini fark etmemelisiniz.

Peki, ölmeyi unutmak nasıl olur?

Beşer zaten buna teşne. Yani, ölmeyeceğine inanmaya dünden razı. Şöyle oluyor: Bize diyorlar ki ‘Eğer bu çikolatayı alırsan mutlu olursun. Ama sadece bu çikolatayı, diğerlerini değil. Bize inanmıyorsan, çikolatayı şehvetle ısıran şu kızcağıza inan.’ Çünkü zaten öncesinde mutlu olmadığımıza inanmıştık. Biz de mutlu olmak için derhal o çikolatanın peşine düşüyoruz. O çikolatayı alabilmek için de pek çoğumuz sevmediğimiz işlerde çalışıyor, o çikolatayı bizden başkası kapmasın diye adeta yarışırcasına koşturuyoruz. Bu hengâmede vakit su gibi akıp gidiyor avucumuzdan.

(Bu satırları yazarken bile parmaklarımın klavyede at koşturduğunu farkettim.)

Çok yoğun iş temposu arasında hem ailesine hem de pek çok sivil toplum etkinliklerine vakit ayırabilen ve hepsinin de hakkını vererek yorulmadan yetişebilen bir büyüğüme, bunu nasıl başardığını sormuştum bir vakit. ‘İnsan yaptığı her işi Allah rızası için insanlığa hizmet maksadıyla yaparsa, Mevla, zaman içerisinde zaman yaratır.’ demişti. Bunu bizzat tecrübe etmiş olacak ki sekiz yıl geçmesine rağmen sözün tesiri hâlâ geçmemiş.

Neyi niçin yaptığımızı gözden geçirirsek, ya da gözden geçirmeyelim orada dursun. Neyi niçin yaptığımızı her an gözümüzün önünde görelim. O zaman o çikolatayı alarak mutlu olmak isteyip istemediğimize kendimizkarar verebiliriz.