2017 yılında Macron’un cumhurbaşkanı seçilmesiyle Fransa’nın Avrupa Birliği (AB) içindeki siyasi liderlik iddiasıvedünya politikasında aktif bir güç olma beklentisi yeniden tırmanışa geçti. Bu bağlamda dünya ölçeğinde ABD ile Rusya’ya rakip olma, AB içinde ise Almanya’nın etkisinden kurtulma şeklinde özetlenebilecek bir politik anlayışın Fransız dış siyasetine hâkim duruma geldiğini söylemek mümkündür.

Nitekim ABD Başkanı Trump’ın, “Almanya’nın Rusya’nın gücüne teslim olduğu” eleştirisi ile Fransız sağ siyasetinin,“Fransa’nın Almanya’nın nüfuzu altına girdiği” tenkitlerini dikkatlice değerlendirmek gerekiyor. Bu eleştiriler doğrultusunda Fransa’nın, Doğu Akdeniz’e yönelik gerilimi tırmandıran müdahaleci ve agresif politikasını okumak önemlidir.

Bu noktada Fransa’nın; Paris’in AB’yi yönlendirme kapasitesini güçlendirmek, AB’yi askeri araçları devreye sokabilen bir kuruma dönüştürmek, Doğu Akdeniz ve Libya meselesini AB’nin ortak dış ve güvenlik politikası haline getirmek,Libya ve Doğu Akdeniz enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü konsolide etmek, Fransız sağının eleştirilerini boşa çıkarmak ve Afrika ülkelerine gözdağı vermek şeklinde sıralanabilecek temel amaçları olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Fransa’nın kendi ulusal çıkarlarına ulaşmak adına AB’yi araçsallaştırması, haliyle Almanya başta olmak üzere birçok AB üyesi ülkeyi rahatsız etmektedir. Türkiye’nin bu rahatsızlığa yoğunlaşması mühim bir konudur.

Fransa’nın AB ve NATO içerisindeki birliği tehlikeye atanAfrika ve Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynaklarını kontrol etme politikası,  Avrupa’nın birliğini, güvenliğini, ekonomik ve sosyal istikrarını önceleyen Almanya’nın dış politika ilkeleriyle ters düşmektedir. Almanya, Doğu Akdeniz’deki tüm sorunların diyalog yoluyla çözülmesine taraftar olduğunu “Berlin Süreci” olarak bilinen diplomasi trafiğiyle gösterdi.

Almanya sadece Doğu Akdeniz’in değil tüm Akdeniz’in istikrara ve kalıcı barışa kavuşmasından yanadır. Çünkü Almanya’nın hesaplamalarına göre AB’nin geleceği büyük ölçüde, istikameti Avrupa olan göçmen ve mülteci dalgalarının kontrolüne bağlıdır. Akdeniz bu çerçevede kilit bir rol oynamaktadır. Bu denklem içerisinde, Avrupa’nın istikrarını Akdeniz’in istikrarına eşitleyen Almanya, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını ve saldırgan tavrını desteklememektedir.

Şurası çok açıktır ki AB’nin mülteci politikasının hedeflerine ulaşması yüksek oranda Türkiye’ye bağlıdır. Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) güdümlediği AB’nin Türkiye ile oturup görüşmek yerine onu yaptırımlar yoluyla cezalandırma stratejisi, Ankara’nın kara ve denizde sığınmacılara yönelik “karışmama” siyasetini hayata geçirmesine yol açabilir. Bu, tüm kıta için felaket olur. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de gerilimin dozunu düşürecek yegâne yol, diplomasiye can katmaktır. Bu hususta Almanya’ya ciddi bir vazife düşmektedir.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki Doğu Akdeniz’de jeopolitik bir başarı yakalamanın peşinde koşan Fransa’nın yürüttüğü yanlış politikalar, Rusya’ya söz konusu sahalarda alan açmaktadır. Bu vaziyet şüphesiz başta Almanya olmak üzere birçok AB ülkesi ile NATO’yu endişelendirmektedir. Bu yüzden Türkiye bu hassas süreçte, AB ve NATO içerisinde aktif bir diplomasiyle Fransa’nın tehditkâr ve saldırgan politikasının olası risklerini anlatmaya devam etmelidir.