Anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir insan kendi memleketinin zenginleşme ve bağımsızlaşma çabasından “nasıl rahatsız olabilir” diye sorguluyor, bir türlü idrak edemiyoruz. Kimilerimiz büyük bir sabırla anlatmaya, muhataplarımıza “doğal gazın” bulunmasının faydaları üzerine izahatlar vermeye çalışıyor. Fakat nafile.

Acaba nafile olan şey, onların anlayabilme imkanı mı, yoksa bizim anlama ve anlatma gayretimiz mi? Her ikisi de boş ve lüzumsuz aslında.

Çünkü her şeyi çok iyi anlıyorlar. Her türlü yalana inanmayı bir akide haline getirmiş, binlerce liraya Atatürk resimli kitap almayı “vatanseverlik” sanan, kaçak villasını denize uzatanların ardından bir sürü gibi uçuruma yuvarlandıklarını anlayamayanlara değil sözüm: Onlar, bu tiyatronun en “zavallı” figüranları. Onlara kızmak haksızlıktır, sadece “acınır”.

EĞİTİMLİ HASTALAR

Türkiyesizlik sendromu, yüksek eğitimle kazanılan “bilinçli bir hastalıktır”. Kişiler bunu “ruhlarını satarak”, satın alırlar. Sözlerinde sürekli “vatan ve bayrak” geçmesi kandırmasın sizi. Ne vatanla alakaları vardır, ne de bayrakla. İstanbul işgal edildiğinde, Ayasofya’nın önünde nöbet tutanların, Anadolu’ya sırtında mermi taşıyanların değil; Boğaz’daki yalılarında İngiliz’e yaranmaya çalışan sefihlerin ahfadıdır onlar. Atatürk maskesi yıprandığında, Brüksel desenli “Apo” maskesini yüzlerine geçirmeleri ondan bu kadar kolaydır.

Afrin’e bayrak dikilmesinden, Ayasofya’daki tekbir seslerinden rahatsızlık duymaları bundandır.

Bunların kimisi Türkiye’yi Rusya’nın bir parçası yapmaya çalıştı yıllarca; kimisi ise Avrupa’nın doğu kıyısı. Elinde hilafet bayrağı sallayanların da onlardan bir farkı olmadı aslında. Onlar da, rüyalarında yarattıkları büyük yalanlarla, gençleri İngiliz’in yük katarına doldurdular. Aslında “seküler” tatminsizlerle; her güzel işe “kulp bulan”“İslamcı” görünümlüler aynı hastalıktan muzdaripler.

HİÇBİR YERE AİT DEĞİLLER

Kimisi sağdan, kimisi soldan çalışıp, genç dimağlardan sildiler büyük ve bağımsız Türkiye sevdasını. Zihinleri kirletilmiş beyinlerden geriye, iğfal edilmiş bir ceset yığını kaldı.

Neden “Türkiye’nin derdiyle dertlenmez; neden sevincimize ortak olmazlar” diye düşünüp duruyoruz. İmkân yok buna. Çünkü Türkiyesizler. Kötü olanı, hiçbir yere de ait değiller. Ne özendikleri Avrupa’nın caddelerinde yer bulabilirler kendilerine; ne de mücadelenin merkezi diye avunup her meseleyi Filistin’e, her kötülüğü Yahudi’ye bağladıkları Ortadoğu’nun izbe sokaklarında.

Türkiye ile İran savaşa girse, İran’ın safında duracağını” söyleyen bir milletvekiline neyi anlatacaksınız? Doğal gazın bulunmasıyla birlikte Rusya’ya bağımlılığının yıkılacak ve “doların tahakkümünün kırılacak” olmasından kahrolanları neye ikna edeceksiniz?

Anlatamazsınız, uğraşmayın boşuna. Türkiye’nin bir endüstri devrimi gerçekleştirdiğini; dünyanın en büyük 10 buğday üreticisinden birisi olmasına rağmen, ürettiklerinin “fabrikalarının hızına” yetişemediğini; dünyanın un ihraç eden birinci ülkesi olduğunu anlatamazsınız.

Türkiye’nin dünyada “uluslar arası hiçbir şirkete” ihtiyaç duymadan kendi doğal gaz ve petrol arama filosuna sahip “tek ülkesi” olduğuna inandıramazsınız.

Çünkü bunlara inanmaları için önce Türkiyeli olmaları gerekir.