“Gönül çalamazsan aşkın sazını / Ne perdeye dokun ne teli incit

Eğer çekemezsen gülün nazını / Ne dikene dokun ne gülü incit”

demiş Âşık Hüdai!..

Yine“Gönül; insanın kıblesidir, kırmayın.” diye seslenmiş bize yüzyıllar öncesinden Yunus Emre… Günümüzde ise ahiret servetinin sermayesinin gönül olduğunu unutuyoruz ve çok rahat yıkıyoruz, kırıyoruz gönülleri!..

Geride enkaz bırakıyoruz da farkına bile var/a/mıyoruz. Gönlünü kırdığımız adamın dünyasında nasıl bir yıkıma yol açtığımızı önemsemiyoruz bile.

Bazen gönülleri yıkıp geçen hoyrat tiplere rastlayınca uyarmak, dikkatini çekmek istiyorsun ama bakıyorsun ki kelamdan anlayacak kemale sahip değil, Allah’a havale edip sükûta bürünüyorsun. Fuzuli’nin “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” dediği gibi iki arada bir derede kalıyorsun da sükût ağır basıyor genellikle…

“Ey can, kimseyi kırma, sözden ağırı yoktur; beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz.” diyen Mevlana’ya kulak versek sözümüzü tartarak söyleriz, iki düşünür bir konuşuruz ancak biz hiç düşünmeden konuştuğumuz için konuştukça kırıcı oluyoruz, kırıcı oldukça gözden gönülden düşüyoruz.  Gönüllerdeki yerimizi kaybettikçe yalnızlaştığımızı ise maalesef ki çok geç anlıyoruz. Hâlbuki Üstad Necip Fazıl, “Ağaçtan düşen yaprak nasıl ki kurumaya mahkûmsa, gönülden düşen de unutulmaya mahkûmdur.”diye bizi uyaralı uzun yıllar olmuş.

“Otunu, suyunu bilmediğin gönüllerde koyun gütme; yoksa ‘kaçıracağın keçilere’ çobanlık yapamazsın.” diyen Şemsi Tebrizi’ye kulak vermeli,gönlün kendine benzeyen gönüIe akacağını bilerek gönül sesimize kulak vermeliyiz insani ilişkilerimizde.

Gönlü önemsemeli, insanların gönlünü hoş etmeli, gönüllerde yer tutmayı öncelemeli ve en azından kırmadan, kırılmadan yaşamaya gayret etmeliyiz.

Gerçi gönül her zaman ferman dinlemiyor, gönlümüze söz geçiremediğimiz zamanlar doluyor. “İmtihan bu ya, balığın gönlü çöle vurulur.” bazen de… Bunu da imtihan bilip sabretmeliyiz o zaman da…

Dünyamız gittikçe yaşanmaz hâle geliyor, âdeta cehenneme dönüşüyor, hepimiz bu durumdan şikâyetçiyiz. Bunun temel sebebi ise sevgisizliktir, cepler zenginleşirken gönüllerin fakirleşmesidir.

“Ey Gönül!.. Cehennem; insanın yüreğindeki sevginin bittiği yerdedir!..”demiş ya Mevlana, demek ki dünyayı sevgiyle yeşertip cennete çevirmek de çölleştirip cehenneme çevirmek de bizim elimizde ya da gönlümüzde…

“Giremediğin gönül senin değildir.” diyen Hz. Ali’ye (ra) kulak verip gönüllere girmek için önce gönül verelim. Gönül verirsek gönül alırız, gönüllere gireriz.

Gönül kimi severse güzel odur, derler. Bir kez gönül verirsek zaten olumsuzlukları değil olumlu şeyleri görmeye başlarız.

“Gönül gözü kör olmuş / Akıl nerde kime ne?

Gönlüm güle vurulmuş / Dikeninden bana ne.”

Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin? Gönül gözü açık olanın neye ihtiyacı olur ki? Zaten en büyük zenginliğe sahip olmuş, daha ne istesin ki?

Peygamber Efendimiz (sav) “Asıl zenginlik, mal mülk çokluğundan değildir. Gerçek zenginlik ancak gönül zenginliğidir.” buyurmamış mı?