İnsanoğlunun duygusal ve zihinsel dünyasında dil-düşünce-bilinç-alışkanlık-yaşam tarzı ilişkisi oldukça önemlidir. Yani her şeyin başı sözcüklerdir. Kurduğumuz cümleler sarf ettiğimiz kelimeler aracılığıyla zamanla yaşam tarzımız şekillenir. Ne konuşursak onu düşünmeye başlarız, nasıl düşünürsek zamanla öyle hissetmeye başlarız, hislerimiz bizim davranışlarımızı şekillendirir, davranışlarımız alışkanlığa dönüşür. Bir davranışı her gün yaparsak o bizim alışkanlığımız haline gelir. Alışkanlıklarımız bizim tutumlarımızı derinden etkiler, tutumlarımız ise bir araya gelerek bilinç ve bakış açımızı oluşturur. Bakış açımıza göre de yaşam tarzımız gelişir ve artık yaşam tarzımıza göre her şeyi algılamaya başlarız. Belli bir süre sonra da inandığımız gibi yaşamak yerine yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Görüldüğü üzere sözcükler günlük yaşamımız üzerinde derinden etkilidir.

Günümüzde artık acizlik, doyumsuzluk ve şükürsüzlük içeren bir dil örüntüsü, kelime dağarcığı ve sözcük şablonu geliştiriyoruz, belki de farkında olmadan. Filmlerden, dizilerden, sosyal medyadan ve diğer sosyal ortamlardan edindiğimiz dolaylı yaşantılar bizlere bunu aşılıyor. Gençlerin sözcükleri felaket ve acizlik içeren bir örüntüye sahip olmaya başladı. Artık yemek beğenilmiyor, yarıda bırakılıyor, her şeyin mükemmel olması isteniyor. Sevmedikleri bir yemeğin nasıl olduğunu sorduğumuzda bize rahatlıkla Allah’ın o nimeti için “iğrenç” diyebiliyorlar. Veya bir kıyafet almak için saatlerce zaman harcanıyor da yine mağazadan mutlu ayrılamıyorlar. Zevklere kısa yoldan ulaşmayı hedeflemek ve acıya, eksikliğe karşı düşük tolerans göstermek, kısacası hedonist yaşam tarzı da sözcükler aracılığıyla oluşuyor.

Evli bireylerin, evlilik hayatlarında birtakım sorunların yaşanması durumunda ilk akla gelen şeyin boşanma olması giderek yaygınlaşan bir durum. Acıya ve sorunlara gösterilen aşırı duyarlılık ve hayatı haz merkezli görmenin bir sonucudur bu. Bir otobüs yolculuğunda bile yanımızda oturan kişiyle dahi, belli bir alanı paylaştığımız için, bir süre sonra sorun yaşayabiliriz. Ama günümüzde evli çiftler birbirleriyle hiçbir sorun yaşamadan bir hayat sürdürmeyi daha evliliğin başında idealize ederek kendilerini sorunlara karşı kırılgan bir hale getiriyor. Evlilikler bir bakıma cam bir fanus içerisinde yaşanıyor ve çok hassas, kırılgan bağlarla idame ettiriliyor. Sık sık karı koca arasında “Bana müdahale edemezsin!” veya “Bana sesini yükseltme!” gibi diyaloglar da aslında bunun bir göstergesidir. Beş on saatlik bir yolculukta bile yan yana oturan insanlar arasında belli bir süre sonra sorunlar yaşanıyorsa, bir ömür sürecek hayat yolculuğunun yolcuları arasında sorun yaşanmaması mümkün mü?

Sorunsuz, kusursuz, ideal ve bu haliyle de ütopik evlilik algısı, gençlerimiz ve evli eşler arasında giderek artan biçimde karşımıza çıkıyor. Evlilik algısı boşanmaya yönelik bakış açısının gelişiminde belirleyici bir rol oynuyor. Evliliği dünya ve ahiret saadeti ve Allah’a iyi bir kul Peygamberimize iyi bir ümmet olmak için bir araç olarak görünce ve nihai hedef bu olunca bu yolculukta yaşanan problemler de bu ulvi amaç uğrunda çok da fazla sorun olarak görülmüyor. Evliliğini kendi bireysel haz ve heveslerinin ötesinde, iyi evlatlar yetiştirerek topluma, milletine ve ülkesine faydalı olmak için fırsat olarak gören bir insan, kendi egosunu ve bireyselliğini şişirmenin ne denli zararlı olduğu gerçeğiyle yüzleşebiliyor. Evliliği kendisini değil ailesini güçlendirmek, gününü yaşamak değil yarını kazanmak olarak gören bir kadın veya erkek zaman zaman eşi ona müdahale etse de veya evde sesler yükselse de bunları bir kriz olarak görmüyor ve tolere edebiliyor. Bu insanların aklına ilk celsede boşanmak gelmiyor.

Ama yukarıda da ifade ettiğim gibi artık kelimeler değişmiş ve sözcükler dönüşmüş biçimde. Yaşam tarzımız daha seküler, materyalist ve bireyci bir algının etkisi altında. Allah rızasının yerini günümüzde kendi hazlarımız almış vaziyette. Feragat edemeyeceğimiz zevklerimiz, asla vazgeçemeyeceğimiz lükslerimizin listesi giderek uzuyor. Eskiden büyüklerimizin Allah rızası ve evliliğin bekası için görmezden geldiği bazı sorunlara bugün gençler ve evli çiftler “Neden katlanayım?” algısıyla bakıyor. Bir de büyüklerimizi, kanaat önderlerimizi, anne, baba ve yakınlarımızı sistemden çıkararak giderek yalnızlaştığımız çekirdek aile yapısının patolojilerini, modern çağın günlük yaşam tarzının sorunlarının üzerine eklediğimizde insanımız giderek boşanmayı daha makul ve matah bir süreçmiş gibi görmeye başlıyor.

Eskiden karı koca arasında bir anlaşmazlık olduğunda büyükler arabuluculuk yaparak birçok sorunu önleyebiliyordu. Kendi deneyimlerini ve benzer sorunlar karşısında kullandıkları başa çıkma stratejilerini genç nesil ile paylaşarak kültürel aktarımın eşsiz katkısını onlara sunabiliyordu. Bugün bu çok fazla mümkün değil. Bu nedenle arabuluculuk ile çözülebilecek birçok sorun da mahkemelerde boşanarak çözümlenmiş oluyor. Ama boşanan eşlerin her ikisi de sonraki yaşamlarında birçok pişmanlık yaşıyor ve boşanmanın çocukları üzerindeki sarsıcı etkilerini yakından gözlemliyor.

Eşlerin birbirlerine karşı hoşgörülü olması, evliliklerinde sorunlar olabileceğini ama bu sorunların sessiz ve sakin bir şekilde, yumuşaklıkla çözülebileceğini unutmaması, kendi bireyselliklerine verdikleri önem kadar aile bütünlüğüne de önem vermesi ve en önemlisi de mükemmel evliliğin sadece bir algı ve bakış açısı olduğunu fark etmesi günümüzde sık yaşanan boşanmaların önüne geçebilir. Öte yandan boşanmanın sempatik, makul ve işe yarayan bir yöntem ve bir sorun çözme aracı olarak görülmesini sağlamak için çok fazla yöntem ve sistem devrededir.

Bir de evlilikte mevedde kavramını yeniden ve sıklıkla gündeme getirmek lazımdır.

Selametle…