İbni Arabi, “İnsan bedeni bir memlekettir, tedbir -terbiye- edilirse medeni olur. Tedbir edilmezse ormana döner, ormanda ise orman kanunları geçerli olur” diyor.

Biz kendimizi eğitmek ve en üst düzeye kadar ilerleyebilmek için yaratıldık. Meleklerden daha üstün olma potansiyeli bulunan insan, kendisine bu öğretildiğinde ve sevdirildiğinde bunun peşine düşebilir. Bunu ilk önce biz anne babalar olarak bilmeli ve çocuklarımıza fiilen göstermeli, sözlerimiz ile bunu desteklemeli ve bunun ne hayat için ne kadar gerekli olduğunu, yaşantımızın içinde hayata yedirilmeliyiz. Biz ne yazık ki bu yolu terk edebiliyor, kendimizi geliştirip, gönlümüzün başköşesine insan-ı kâmil olma idealini koyup ona doğru yönelemiyoruz.

Yüce Rabbimiz (c.c) ise, bir takım kişilerle, olaylarla bizim yönümüzü kendisine çevirmemiz gerektiğini düşündürtecek mesajlar veriyor. İnşallah mesajları doğru anlayıp yönümüzü kıbleye dönebilirsek, sıkıntılar anlam ve boyut değiştirecek, Rabbimizin (c.c) esmalarını seyre dalıp ve radıytü billâhi Rabben (c.c) diyebileceğiz.

İnsan iyi taraflarının olduğunu bilmeli

Kültürümüzde genelde eleştirel bir dil ve eksiği gediği görme alışkanlığı hakim. Bir insana hele de bir çocuğa, yaptığı işten yola çıkarak ne kadar çok eksiğinin olduğu, beceremediği ve başkalarının ondan daha çok becerikli olduğu inancı ona yerleştirirse; başardıklarını bile göremeyecek kadar gönül gözü kapalı olur. O zaman da kendini beğenememe, yetersiz ve değersiz görme, başkaları kendisini beğense bile inanamama gibi, şahsı hayattan soğutacak bir inanç oluşur. O zaman da hangi işe elini atsa gönülsüz, isteksiz ve elinden iyi bir iş çıkmayacak düşüncesi içinde mecburen yapacaktır. Kendisini geliştirmek ve daha iyi olmak için çabalamak bir yana, günlük işlerini bile zoraki yapan bir durumdadır. Bu durum ise, en iyi olması için aileye emanet edilen çocuğa iyi sahip çıkamamış, ona zarar vermiş oluruz. Bu yüzden, Rabbine (c.c) yönelmesi gereken insan, kendisiyle savaş içinde kalmıştır. Var olan bütün enerjisi de zoraki ayakta durup şu eziyet gibi gelen dünya hayatını sürdürebilmek için harcanmaktadır.

“Önce zarar verme”

Tıbbın en önemli kuralı olan bu söz, hayatımızın her alanında bize de rehberlik edecek bir kapsayıcılık taşıyor. Aile, büyüten, geliştiren, koruyan ve korunmayı öğreten bir kurum olma özelliğini taşımalı çünkü o bir karakter okulu. Ailede gelişmesine zemin hazırlayıp kendisine yol açtığımız çocuğumuz, Allah’ımızın (c.c) kendisine kodladığı yeteneklerini hayata geçirmekten sorumlu olduğunu ve mutluluğunun buna bağlı olduğu gerçeğini de zihnine ve gönlüne nakşetmeliyiz. İşte ondan sonra çocuğumuz kendisindeki cevherlerin farkına varıp onları geliştirme ve koruma derdine düşecektir.

İnsan iyi yönlerini nasıl korumalı?

Anlamlı olan, bir değeri taşımak, üretmek ve Allah (c.c) adına onun kendisinden çıkmasıdır. Her verilen kendini yeniler ve tazelenir. Kaynak yeni üretimler yapar. Verdikçe insanın diğer olumlu yönleri de beslenir ve giderek vermek bir ahlâka dönüşür.

Var olan her bir şeyin, bir beslenme ve korunma sistemi vardır. Bir çiçeğin beslenmesi ve korunması ile bir hayvanın, bir insanın ve bir değerin korunması ayrı ayrı işlevler gerektirir. Önem verdiğimizi yaşatmak ve hayatiyetini devam ettirmek isteriz. Bunu gerçekleştirebilmek için önce tanımalı sonra da beslenme ve korunma mekanizmalarını öğrenip ona uygun davranmaya gayret etmeliyiz.Güler yüzlü, anlayışlı, sabırlı, sevgi dolu, nezaketli, saygılı, edepli gibi bizde bulunması gereken ve bizi gerçek insan olmaya doğru sevk eden ve herkeste bulunan özelliklerimiz besleyip korumalı ve hayata katmalıyız.

Benden yansıyanlar karşımdakine mi iyilik bana mı?

Kabın içindekiler önce kaba tesir eder yani önce o kap taşıdığı şey ile muhatap olur. Bu taşınan şey yürekte ve zihinde ise, taşıdığı süre kadar o şeyin etkisinde kalır ve onun benzer versiyonlarına doğru genişler, yayılır, dal budak salar. İyiliğe devam etmek, caydırıcı unsurlara rağmen sürdürmek, o insandaki vasıfların kökleşmesine ve o insanı temsil etme aşamasına gelir. O zaman şöyle diyebiliriz; “Ben tercih ettiklerimin toplamıyım”

Birileri beni öfkelendirecek sözler söylediğinde, onların dümen suyuna uyup aynı seviyeden bir dil ve üslup ile cevap vermeye başladığımda, benzeri başka tutum sergileyenler de olacaktır ve bu korumam gereken başka değerlerime de isabet edecektir. O zaman ben kim nasıl davranırsa onun baktığı yerden tepki verdiğimde kendimi, değerlerimi ve dilimi korumamış olurum. O tutuma mağlup olmuş, dejenerasyonu başlatmış olurum. Bu davranışım devam ederse tutuma dönüşecek bu da beni onlara benzetecektir. Hani ben ilkeli, bir duruşu ve tarzı olan birisi olacaktım? Ne oldu da ben bozuldum, kendime uygun görmediğim tarzda konuşur ve davranır oldum?

“O bunu hak ediyor” mu yoksa “Ben bunu hak ediyorum” mu?

Herkes kendisine yakışanı yapar ve bildiği yaptığıyla aşikâr olur. Dirençli olabilmemiz; Rabbimizin (c.c) bizde bulunmasını istediği değeri koruduğumuzda, bizden razı olacağı ödülünü canı gönülden arzu etmekle mümkün olur inancındayım. Bunun için bu değerlerin dualarla, bilgilerle, sağlam dostluk ve doğru çevre ile beslenmesi gerekir. Birilerinin neyi hak ettiğine ben karar vermemeliyim ve dinden bakarak cevap vermeliyim ve bu olabildiğince hüsnü zan içermeli. Diyelim ki bir zarar kaynağı ile karşı karşıyayım, o zaman onun haddini bildirmeyi Allah’a (c.c) bırakmalı ve doğru davranmada ısrar etmeliyim. Cevap olarak ta, “Ben Allah’ın (c.c) hoşlanacağı bir tutum içinde olmayı hak ediyorum” demek yeterli olacaktır.

İyiliklerimizi koruyalım

Bizi iyi insan yapan özelliklerimizin her biri, Allah’ın (cc) hayatımızın her alanında görmek istediği bir duruşun bileşenleridir. Bunları iletişim içinde olduklarımızın bizi istikametimizden çıkaracak etkilerine karşı korumalıyız. Bu Allah’ın (cc) yardımını celp edecek ve bu dünyaya bir mesaj sunacaktır. Adalet, merhamet, sevgi, utanma-haya, sadakat, cömertlik, affetme, sabır, hürmet, dürüstlük vb. diğer çok değerli ahlâk özelliklerimizi korumak, Rabbimizin (c.c) bize nasibi ve ikramı olsun inşallah.