“Beni anlamadın ya ben ona yanıyorum” diyordu merhum Kayahan içimizi ısıtan o güzelim şarkısında. Evet, zor bir mevzu bu anlaşılmak/anlaşılamamak konusu… Zor olmasına zor da bir de söylediklerinin ya da yüreğinden dökülenlerin anlaşılmadığını hissetmek var ya, o da bir başka koyuyor insana. İşte o vakit kendini yapayalnız hissediyorsun. Gözyaşların bile kuru akıyor gözlerinden. Sonra yavaş yavaş vazgeçmeler başlıyor. Kelimeler teklerken, sessizlik artmaya başlıyor. Ve bir gün tak diye susuyorsun. Artık her ne yaşıyorsan, içinde yaşamaya başlıyorsun. Düşman bir dünyada dostsuz kalmış gibi ya da çorak bir tarlada yalnız bir ağaç gibi dımdızlak hissediyorsun kendini. Hangi yana savrulacağını bilemiyorsun. Siyaha boyanmış gökyüzünün altında, tek mumla aydınlattığın o ıssız odada, gecenin karanlığına sığınıyorsun. Velhasıl dostum; “seni anlatamamak değil, anlaşılmamak /anlaşılamamak çürütüyor.”

Kıymetli dostlar; dünya da hangi renkten, hangi dilden ve ırktan olursa olsun tüm insanlar sadece ‘anlaşılmak’ istiyor. Zaman zaman başkaları tarafından iyi anlaşılamadığımızdan ya da kendimizi iyi ifade edemediğimizden dem vurur dururuz. Çünkü sağlıklı ve doğru iletişimin en önemli unsuru anlaşılmaktır. Anlatmak kendi elinizdedir, lakin anlaşılmak kendi elinizde değildir. Anlaşılmamak gerçekten insanı yalnızlaştıran hatta için için bitiren kötü bir durumdur. Anlaşılmak için önce anlamalıyız. Doğru anlaşılmanın başlangıcı ise doğru anlamaktır. Yalnızlığın en kötüsünün “seni anlamayan insanların arasında kalmak” olduğunu ifade eden Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri; “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” buyurmuştur. Mesela; olanı biteni anlamak önemli bir nimet iken, İslam’ı doğru anlamak ise bir lütuftur. Fahri Kâinat Efendimiz (sas) veda hutbesinde “Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.” buyuruyor. Yani Peygamber Efendimiz’in veda hutbesinde söylediklerini daha sonra işitmiş olanlar, bizzat dinlemiş olanlardan daha iyi anlamış olabilirler.

Kıymetli dostlar; ‘dinlemek ve anlamak’ diğer bir taraftan da kültür işidir. Kültürel derinlikleri farklı olanların birbirini anlaması oldukça güçtür. Hele hele günlük hayatta eğer çok okuyor ve düşünüyorsanız sizin işiniz biraz daha zordur. “Beni bir sen anladın sende yanlış anladın.” diyen Hegel’in durumuna düşmeniz olasıdır. Miandji kitabında; “200 kelime ile düşünen birisi, 2000 kelime ile düşünen birisini anlayamaz” der. Buraya kadar eyvallah! Lakin bizim toplumumuzda; sözüm ona entelektüel kisvesine bürünerek, kendinden olmayan cümlelerle bilinçli olarak anlaşılmamayı tercih edenler de var, anladığı halde mahsusçuktan anlamamış gibi yapanlarda. Bazen düşünüyorum. Kerameti kendinden menkul bu insanları acaba lüzumundan fazla mı ciddiye alıyoruz. Ne dersiniz? Onları olduğu gibi kabul etmeyip anlaşılmayı bekleyerek bencillik mi yapıyoruz? Kıymetli dostlar karanlıkta kavga olmazmış, öncelikle iğneyi kendimize, çuvaldızını başkalarına batırmalıyız. Hepimiz adeta meçhule giden bir gemide gibiyiz. Tek elden itiraf ediyorum. “Kaynaşamadık” bir türlü. Farkında mısınız? Çamurdan yaratılmış Hz. Âdem’in çocukları olarak birbirimizle konuşamaz hale geldik, konuşabilirliğimizi yitirdik. Sanki herkes bizim gibi olmak zorundaymış gibi, kendimizden farklı olanlara tahammül edemez olduk. Ruhun aç kaldığı, kinin kasırgalaştığı, şefkate ve hayata susuz, salgın hastalıkların silip süpürdüğü zor bir dönemden geçiyoruz. Ve işin en kötüsü kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak, başkalarına da öyle davranmıyoruz.

Nihai kertede demem o ki dostlar; her insan anlaşılmak ister. Hepimiz konuşmak gibi, insanı diğer canlılardan ayıran büyük bir nimete sahibiz. Münakaşa ederek hiçbir yere varamayız. Ne diyordu üstat Cemil Meriç: “Münakaşada zafer, mağlup olanınındır.” Gelin karşılıklı olarak anlamak için gayret, anlaşılmak için çaba gösterelim. Konuşurken ifadelerimizi karşımızdaki kişinin anlayacağı şekilde seçelim. Bilesiniz ki; muhatabın seviyesini gözeterek konuşmak ilâhî bir ahlâktır. Unutmayın! Anlaşmamız, anlaşılmamız elzemdir. Shakespeare’in güzel bir sözü ile bitiriyorum: “Anlaşılmak ya da anlaşılmamak işte bütün mesele bu!”

Selametle…