Şemsi Paşa Pasajında “kalbi” büzüşesiceler

Bazılarınızın teklediği bu tekerleme farklı bir versiyonla yukarıda dursun bakalım.

Bu tekerlemeyi İstanbul’a gelmeden önce duyar Şemsi Paşa Pasajı’nı merak ederdim. İstanbul’a geldiğim yıllarda Süleymaniye, Şehzadebaşı, Beyazıt Camii, Ayasofya Camii ve Sultanahmet Camii gibi büyük ve büyülü mimarilere sahip mekanları görmüş hepiniz gibi hayran kalmıştım. Fakat bu yapıların yanında bir yapı var ki bugünün insanına ders niteliğinde bir zarafete sahipti. Bu zarif, estetik, sevimli ve kudretli mimariye sahip mekan Şemsi Paşa Camii’dir. İstanbul Boğazı’nı bir gerdanlık gibi düşündüğümüzde en zarif incilerinden biridir. Üsküdar’a Sarayburnu’ndan baktığınızda küçük bir selamla karşılar sizi. Geldiğinizde uzun uzun muhabbet edecektir. Şimdilerde cami yapınca dört minare on şerefe koymayınca camiden sayılmıyor. Biliyorsunuz bu niyetle -yalnızca gösteriş- yapıldığında da estetik ibadethaneler de ortaya çıkmıyor. Şemsipaşa’yı yapan Mimar Sinan bize öyle bir ders veriyor ki anlayana… Koca Sinan adeta “Karşıda görülen Süleymaniye de buradaki minik kubbeli cami de benim elimden çıktı. Mesele daha yüksekte değil hissedebilmekte ve yakışanı arzulamakta” diyor.

Şemsi Ahmet Paşa; Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat gibi birçok Osmanlı padişahına hizmette bulunmuş. Bazı tarihçiler o zamanın İstanbul’unda Üsküdar’a yerleşen paşalara emekliye ayrıldı gözüyle bakıldığını anlatıyor. Şemsi Paşa’nın da bir dönem inzivaya çekildiği söyleniyor.

Şemsi Paşa Cami aslına bakılırsa cami değil külliye olarak yaptırılıyor. Bazı kaynaklara göre de Şemsi Ahmet Paşa Mimar Sinan’dan kuşların uçmayacağı bir yere camiyi yapmasını istiyor. Mimar Sinan da öyle bir matematik hesabı yapar ki boğazın rüzgarına göre kuşlar caminin üzerine konmazlar. Camiye bu sebeple Kuşkonmaz Cami de deniyor.

Yapının yapımı sırasında ve sonrasında birçok anlatılan konu da var ama bizim konumuz bugün bu değil. Konumuz bugünlerde Şemsipaşa Camii’nin artık yanına gittiğimizde bizimle muhabbet etmiyor oluşu. Bakın birçok tarihi eser vandallığına şahit oluyoruz ama şehrin orta yerinde kimsenin istemediği bir zorbalığı bir vakittir görmüyorduk.

2017 yılıydı. Üsküdar’da sabahları insanlar kazık sesleriyle uyandılar. Dünyanın en güzel boğazına kazık çakılıyordu. Yüzyıllara meydan okuyan Şemsi Paşa Külliyesi’nin duvarları çatlamaya başlamıştı. İnsanların sahilden kesintisiz şekilde yürümeleri uğruna bu proje gerçekleştirilmek istenmişti. Halk ciddi bir irade ortaya koydu, yöneticiler halkı dinledi ve büyük bir yanlıştan dönüldü diye düşündük.

2021 yılının ilk günlerini yaşıyoruz. İBB’nin yönetimi değişti. Tarihi miras yine bize karşı direnişte. İş makinaları ve işçiler kış günü yürüyüş yolunu bitirmek için çalışıyor. Şemsi Ahmet Paşa ve Mimar Sinan’ın o nadide mirası Şemsi Paşa Külliyesi 21. Yüzyılın konformizmine karşı direniyor.

Bakın bazı konularda kendimizi mahalle baskısı altında hissediyoruz. Herkes bir tarafta olmanın kendisinde oluşturduğu psikolojik kaygılarla savaşıyor. Yalnız problem; tarih, kişilik ve onur meselesiyse partileri ve kişileri rafa kaldırmak gerekir. Benliğimiz ölüyor. Partilerimiz yaşamış ne önemi var. İBB yönetimi şuan bu yanlıştan dönmeli, yaraları daha fazla kanatmamalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar ve Cumhurbaşkanlığı da konuya mutlaka dahil olmalıdır.

Kim benim duvarlarıyla muhabbet ettiğim, Galata kulesiyle dedikodumu bile yapan bu Külliye’nin zararına bilerek sebep oluyorsa ona işte o tekerlemeyle serzenişte bulunuyorum.