Koskoca Osmanlı İmparatorluğu coğrafyası bölünüp parçalandığında milyonlarca insan “sınırların arasında” kaldı.

Dünyanın ‘mayınlı arazileri’ ne zaman barışı koklasa dengeler bozuldu.

* * *

Babanız sizi kolunuzdan tutarak ‘dikenli tellerin’ ötesine fırlatmaya çalıştı mı hiç?

Anneniz sizi kucağına alarak mayın tarlalarından koşup “sınır ötesine” kaçırdı mı?

Sizi sırtlayıp kilometrelerce yol yürüdükten sonra durdurulduğu sınır kapısında, “Bir yudum su” diye yabancı ülke askerlerinin önünde diz çöküp yalvardı mı babanız?

Anneniz savaştan kaçarken elinden düşürdüğü için ölen çocuğunun cesedini kucağında saatlerce salladı mı peki?

Bir sınır kapısından geçmek her zaman “acıklı” bir tecrübedir. Çiğnenen toprak her yerde aynı; ama paralar, lisanlar, apoletler, kimlikler bir anda geçmez oluyor.

Sınırlar ülkeleri ve egemenlikleri belirler.

Savaşlar, sınırlar içindir hep…

*

‘Meksika Sınırı’ da böyledir, Çin Seddi de…

Uzaydan görülebilen tek insan eseri Çin Seddi, turistik amaçlı değil, Türk korkusuyla yapılmıştır mesela…

Hindistan ile Pakistan askerleri arasındaki ‘nöbet değişimi’ aslında geçmişteki savaşların ‘mesafeli’ meydan okuması hâlâ…

*

Keşke bugünkü dünyamızda sınırlar, her yıl festivaller düzenlenen Polonya – Ukrayna, zemindeki ‘metal şerit’ ile ayrılan Almanya – Hollanda veya birleştiği yerde yapılmış golf sahasında ‘sınır ötesi atış yapma’ keyfi yaşanan İsveç – Norveç – Finlandiya gibi “light” olsa…

Benelüks ülkeleri Belçika, Hollanda, Lüksemburg sınırı gibi bir adımda devletten devlete kontrolsüz geçilen “sembolik” çizgiden ibaret olsa…

Amerika-Kanada sınırını şehir içindeki kaldırım taşları belirliyor mesela! Caddenin yarısı senin, yarısı benim…

Türk sinemasının yüz akı “Propaganda” filmi, sınır melodramını en çarpıcı şekilde yansıtmamış mıydı beyaz perdeye?

*

Tüm anlaşmazlıklara ve sınırlara inat, “Kederlerde bütün yüzler birleşir” diyen şairlere inanıyorum.

Sınırlar ülkeleri birbirinden ayırıyor; ama acıları ayıramıyor. Dünyanın neresinde, hangi kültür içinde yaşıyor olursa olsun, insanların hüzünleri birbirine benziyor.

Sınırlar, harp içindir; ancak ‘üzüntü’ gibi ‘sevgi’ de sınır tanımıyor. Sınırın hangi yakasında doğduğunu ve hangi yakasında öleceğini bilmeyen sevenlere sorarsanız, “Sınırlar neden böyle keskin, iki tarafı da askerler tutmuş? Bir taraf yetmiyor mu bizi ayırmaya” diyecektir masumiyetle…

*

Düşünsenize; üzerinde sınırlar olmayan, uçsuz bucaksız bir harita olsaydı, ayaklar ‘pasaport’ sayılacaktı.

Düşünsenize, rüyalarda herhangi bir ayrım yok, sınırlar yok. Neredeyse hiç çarpışma yok. Olsa da incitmiyor.

Uçakların keşfi ile bulutların üzerinde sınır olmadığı için dünyada savaşların biteceğine inanan bizden önceki nesillerin naif heyecanı içindeyim.

Neticede, altında yatanlarıyla ölçülüyor, bir toprağın vatan olması…