“Aman niye gamlanırsın divane gönül/Elbet bir gün bu kış gider yaz gelir.” Yaşadığı çağın kötülüklerine boyun eğmeyip, iyiliği yaşatmaya çalışan türkülerde büyüdük biz. Masallarımız iyilik yap ve sus diye fısıldadı. İyilikten cevap bekleyenler, kendine haksızlık yapmış olur…

Ağır yaraların arkasına sakladığımız iyi yanımız, hepimizin gerçek yüzü.

Bizim mücadelemiz iyiliği yaşatmak, iyilikten karşılık beklemek değil. Bunu anlamak için, ara sıra insanın kendi ile konuşması gerekir.

“Hırs, hükmetme, çıkarcılık, şehvet, kibir, hiddet, intikam hırsı, işte bütün bunlar toplum tarafından değer görüyordu.” diyen Lew Tolstoy, devam ediyor İtirafa: “Bizim en temel arzumuz, emelimiz, mümkün olduğu kadar çok para ve üne kavuşmaktı.” İnsan kendini sorguladığında yüzü kızarmaya başlıyorsa, utancı ağır basıyorsa yanlışlardan kurtulmak ister.

Hatalara alışan birinin o umursamazlığı üzerinden atması kolay olmaz. ‘İnsan seçim yapmaya mecburdur.’’ Der Sartre.

Ya kötülüğün içine gömülüp, kendini yok edecek ya da iyiliği tazeleyip, huzur bulacak.

Hırsını yenen insan, aldatılmış olduğunu anlar ve hatayı telafi için mücadele eder.

Özgüveni yüksek, kendiyle barışık olan kişiler ucuz vaatlerin kuklası olmaz. Kimlik sorunu yaşayan, kendini bulamayanlar, ego canavarlarına yem olurlar.

2019 yılında gösterime giren “The Kindess of Strangers-Yabancıların Nezaketi’’ filminde, bir hemşirenin kilisede organize ettiği affetme seansları oldukça dikkat çekicidir. İyiliğin, yardımlaşmanın, sevginin verdiği enerjiyle hayata tutunuşu konu eden bu filmde hemşire Alice’nin yardımseverliği kötü giden hayatlara ilaç oluyor.

İyiliğe dokunuşu hedefleyenlerin anlamlı bir hayatı vardır. Horatius ‘’Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, o engin denizlerin ötesindeki yerler değil.’’ Demiş. Kodlanmış bir zihinle dünyaya gelen insan, dünyaya yenilmemeli.

Birine yardım edince, içimizi neden huzur kaplıyor diye düşündünüz mü hiç. Kendimizi hatırlıyoruz çünkü güven sinyali gönderiyoruz içimize. İyilik emniyette oluşun göstergesidir. Vahşi hayatlara yem olmak istemeyen insan iyiliğin yayılması için elinden geleni yapar.

İrade gücünün eksikliği, dikte edilen hayatı yaşamak demektir. Birileri sana rahat yaşam koordinatlarını verecek sende itaat edeceksin. Ahlaksız, onursuz bir hayat sürdüğünü anlamayacak kadar uyuşturulacaksın.

“Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi oradan buradan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar. Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi.” Montaigne- denemeler. Özetle kendimizden uzaklaşarak, basit hayatların hamalı olmuşuz. Özüne, geleneğine, kendi içine ihanet etmek demek, yaşamamak demektir.

Erdem sahibi insan, ahlaki olgunluğu hissettirir. Aç gözlülüğe tenezzül etmeyen, başkasının kazancına göz dikmeyen kanaatkâr insan; güçsüzün de haklarını korumayı, kollamayı ilke edinmiştir. Bunun için geçmişle araya bir köprü kurulması şart.

Sevgiyi, iyiliği, dostluğu, güzel olan her şeyi emek yaşatır. İyiliğe sende bir nefes katmak istiyorsan, çaba göstermelisin. İyilik bir yaşam tarzıdır.

Bazen gübre taşıyan tırlar sabahın beşinde, dördünde gelirdi Kooperatifin önüne. Babam, o saate görevliyi uyandırmazdı. Her seferinde hazırladığı kahvaltı tepsisini, elime verir “Balkondan bakıyorum depoyu da tarif et” kızım derdi. Niye erkenden beni uyandırdı ki diye içimden sitem bile etmezdim o çocuk yaşıma rağmen babama. Düşkün insanın yerine kendini koy ve o pencereden bak yaşama diyordu bize.

Bugün bizim çocuklarımız iyiliği internetten öğreniyorlar. Biz evladımızın uykusu, konforu bozulur diye titreyen ebeveynler olduk. Çocuklarımız bencil değil, biz onları bencilliğin kollarına teslim ediyoruz. Sonra da onlardan saygı, emek, güzel ahlak bekliyoruz. İyiliği öğretemediğimiz yeni nesil, yarının söz sahibi olduğunda bugünleri daha da arayacağız.

“Türk İslam medeniyeti ahlaka, feragate dayanan bir medeniyettir. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istediğim şaheser, insanın kendisi. Tarihine vecitle eğildiğim bu büyük, bu gerçek, bu mert insanı Osmanlı yaratmış ve yaşatmış.” diyor Cemil Meriç. Evet, eksildik, yozlaştık, kavganın ortasına düştük, birilerinin projesi için eğitimden, sanata, bilime kadar oradan oraya sürüklenen olduk. Hepimiz ele ele verip, iyiliği yok etmek için çalışıyoruz adeta. Yirmi birinci yüzyıl, köklerini unutmuş bir nesil olmasaydı, insanlığın bu denli kolu kanadı kırılmazdı.

Bugünün en anlamlı iyiliği, göz kırpmadan linç furyası başlatıp, yapay bir adalet gündemi oluşturmak. İçimizdeki son iyilik kırıntıları da bizi terk ettiğinde, kötünün rengi dünyaya tamamen hâkim olacak. Tabi ki iyiliğin kalbi, buna izin vermeyecek. Bu uyuşmuş gövdeyi silkeleyip, atmak bizim elimizde.

Hz. Ali’nin “Daima güler yüzlü, güzel huylu idi. Kimse ile çekişmez, bağırıp çağırmazdı. Pinti ve cimri değildi. Çok konuşmaz, boş şeylerle uğraşmazdı. Hiçbir kimseyi, arkasından kınamaz, ayıplamazdı” diye anlattığı peygamberin ümmeti, doğruluğun, erdemli oluşun neresinde diye sorsam?

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Akif Emre: “Medeniyet değiştirmek gibi bir toplum mühendisliğinin, kendi kendini sömürgeleştirme travmasının kurbanıyız.” Kalbinize emanetsiniz…