Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi ile 15 Temmuz işgal planı arasında organik bir bağ olduğunu yazdık. Ortalık biraz karıştı.

Ama aslında çok basit. Eğer darbe girişimi başarılı olsa idi, Ayasofya da darbe sonrası Türkiye’nin -belki hemen değil- konuşulacak meselelerinden biri olacaktı. Bu net…

Çünkü Ayasofya sadece 85 yıllık bir mevzu değil. Malazgirt’ten bu yana dünyanın tek gündemi. Ayasofya kararından sonra yükselen tepkilere baktığımızda bunu anlamak aslında o kadar da zor değil.

Ayasofya’yı yerle bir eden Katolik Hıristiyanlar da…

Ortodokslardan nefret eden Protestanlar da…

Hatta bu üçlü yapıya eklemlenen Evangelistler de…

Aslında hiç meselesi olmadığı halde Yahudiler de…

Hatta içimizdeki Bizanslılar da aynı koronun elemanı…

Epeyce bir süre önce, “Dünyanın tek bir meselesi var; o da Türk sorunu” diye yazmış idik…

Hala ve yine aynı noktada duruyoruz…

Üç halka tarafından çevrelenmiş durumdayız:

Birinci halka Batı -bize göre-… Aşağı yukarı kim olduklarını biliyoruz. Tam bilemiyorsak da reflekslerinden filan anlıyoruz. Onlara karşı tedbir almak pek zor olmuyor.

İkinci halka İslam dünyası… Aslında tek tek, kim kimin piyonu. Kim kiminle aynı yatağa giriyor biliyoruz ama “ümmetiz, sonuçta bize de lo lo yapmazlar herhalde” diyerek biraz şüpheyle de baksak iyi niyet beslediğimiz kara blok. Halifesiz kaldığımızdan beri… Ya da İngiliz parmağı girdikten bu yana ne yapacaklarını kestirmek güç.

Birinci halka en tehlikelisi; kendi içimiz… İçimizdeki hariciler. Hasan Sabbahlar, Sabatayistler, İsrailiyat eğilimliler, Evangelizm kuklaları… İşte bu güruhun hal ve hareketleri hakkında resmi istihbarat bilgisi dışında hiçbir öngörüye sahip değiliz.

Kısa bir fıkradır:

Hangi suda iki balık kavgaya tutuşsa…

Bilin ki oradan az önce bir İngiliz geçmiştir.

Bu güruh, yani yer altından memleketin temel dinamiklerine dinamit döşeyen bu mankurt sürüsünün bir kısmına ezberletilmiş bir nakarat var:

“Onu da Atatürk yaptı. Bunu da İnönü yaptı. Bu Cumhuriyet mirası. Bu kurucu iradenin armağanı…”

En sonunda işi…

“Ayasofya’da ezan Atatürk sayesinde okundu. Ayasofya’nın tapusunu Atatürk verdi!..”

Yapmayın Allah aşkına!

Ayasofya zaten bir vakıf eseri değil midir?

Tapusu zaten yok mudur?

Bu tapuyu Dışişleri Bakanı bütün dünyaya göstermemiş midir?

1936’de tapular Latin harflerine aktarılırken Ayasofya’nın tapusu da Latinize edilmemiş midir?

Bir tapu Latin harflerine geçirildi diye Atatürk mü vermiş oluyor?

Şimdi bu safsatalarla uğraşmayı bırakalım.

Bu mübarek Anadolu topraklarında kurulan mankurtlaştırma tezgâhına yoğunlaşalım.

Herhangi bir lidere işaret etmeden…

Herhangi bir partiyi göstermeden…

Herhangi bir ideolojik gruba atıf yapmadan…

Herhangi bir cemaat, tarikat, oluşum vs dikkat çekmeden…

Çok önemli bir şeyin altını çizmemiz lazım:

Türkiye, sadece bölgesinin değil, dünyanın da köprüsüdür. Bugüne kadar bu topraklarda, bu coğrafyada oturmanın bedeli hep ağır olmuştur.

Olmaya da devam edecektir.

Türkiye, ümmetin imamesidir. Bu imame koparsa şiraze kayar.

Türkiye batarsa ümmet de batar.

Bütün meseleye bu perspektiften bakmamız gerekiyor. Hatta daha iyi görebilmek ve vaziyet alabilmek için çatıya, terasa, gökdelen tepelerine çıkmamız gerekiyor.

Ama meseleleri konuşurken göz hizasında…

Memleket ve millet meselesi olarak konuşmamız gerekiyor.

İnsanlar fani…

Bunun bilincinde olarak değer üretenleri tarih yazacak. Daimi duaya muhatap olacaklar; o ayrı…

Bir çoğumuzun esamesi okunmayacak yakın gelecekte ve sonrasında…

İşgal altındaki Kabe, sırtlana yem edilmiş Kudüs, Peygamberle yaşıt Ayasofya, kıyamete kadar istikamet belirleyici birer miras ve dikkat butonu olarak varlığını sürdürecek.

Açık ve net…