Mişel Avn. Lübnan Cumhurbaşkanı. Ülkedeki Hıristiyanların çoğunluğunu temsil eden Katolik Marunilerin siyasi liderlerinden biri. Fransız lider Macron‘un karşısında elini nereye koyacağını bilemeden hareket eden, basının önünde aşağılanan bu adam, Sabra ve Şatilla’da binlerce Müslümanı, Ariel Şaron’la birlikte katleden Falanjistlerin lideri Emin Cemayel kendisini başbakan olarak atadığında hiç de böyle çekingen davranmıyordu.

Mişel Avn’ın ülkeyi 26 yıl sömürge olarak yöneten Fransa karşısındaki vücut dili, Ortadoğu’daki devletçiklerin ne kadar yapay ve ne kadar köksüz olduklarının da bir özeti adeta.

Bugün, Beyrut’taki o korkunç patlama ile sarsılan ve zaten pamuk ipliğine bağlı siyasi istikrarı çöken Lübnan gerçeğini anlayabilmek için Fransa’nın kirli emellerine odaklanmak lazım.

SADECE SÖMÜRGECİ FRANSA’YI DEF ETMEK YETMEZ

Devletimiz, Şam Vilayeti‘mizi 1920’de kaybettikten sonra bölgeye işbirlikçi Arap milliyetçilerinin desteğiyle yerleşen Fransa, Suriye’yi altı parçaya bölmüştü. Lübnan, Hıristiyanların çoğunlukta olduğu bölgenin diğer topraklardan ayrılmasıyla ortaya çıktı. Fransızlar, Dürzilere, Alevilere ayrı devletçikler kurarken, Şam ve Halep’i de birbirinden koparmışlardı.

Toprağı etnik, dini hatta mezhebi farklılıklar üzerine bölüp, sonra da tüm farklılıkları kaşıyarak insanları birbirlerine karşı kışkırtmanın bedelini Lübnan 200 bine yakın insanını iç savaşta kaybederek ödedi. Irak 2003’ten beri 1 milyon insanını mezhep savaşında kaybederken, Suriye halkı Baasçı azgınlığın faturasını yüz binlerce kayıp, milyonlarca mülteciyle ödemeye devam ediyor.

İç Savaş sonrasında dini/mezhebi net çizgilerle şekillenen Lübnan siyaseti bugün, bütünüyle İran destekli Hizbullah’ın kontrolüne girmiş durumda. Patlamanın olduğu limanı, parlamentoyu, hatta orduyu da Suriye halkı üzerinde terör estiren bu örgüt yönetiyor.

Suriyeli mültecileri düşmanlaştıran, kamplarına girip çadırlarını ateşe veren; Trablus yakınındaki Nehr-ül Berid‘de Filistinli mültecileri hunharca katleden bu örgütün ve örgütün elinde oyuncağa dönüşen Lübnan Ordusu’nun hiçbir itibarı kalmamış durumda. Sahte “İsrail düşmanlığı” da sökmüyor artık.

HİZBULLAH LÜBNAN’I YOK EDİYOR

Devletin bütünüyle çöktüğü, ülkede halkın sokaklara dökülüp, “Hizbullah’ın terör örgütü” olduğunu haykırması, İran’ın ve bölgedeki maşası Suriye rejiminin Lübnan’ı terk etmesini talep etmesi boşuna değil.

Peki Lübnan halkı için bu cendereden kurtuluş mümkün mü? Bu ülkenin kaderi, Filistin ve Suriye’den bağımsız değil. Tarih, kendi doğal mecrasına daima akıyor. Bir asır önce Türkiye’nin birer vilayeti olan bu topraklar, etnik-dini temelli ayrışmayı terk eder ve hem Hıristiyanlar hem de Müslümanların özgürce yaşayacakları bir anlayışın etrafında birleşmezlerse kurtuluş uzak görünüyor.

Fakat belki de en az bunun kadar önemli olan şey, “milli çıkarlar ve bağımsızlık” etrafında kenetlenmek. Ülkede giderek artan Hizbullah nefretinin altında, bu örgütün “Lübnan’ın çıkarları için değil, İran’ın bölgesel çıkarları için çalışması” yatıyor.

Haklı olarak “Maruni”sinden, “Ermeni“sine; “Sünni”sinden, “Dürzi”sine tüm Lübnanlılar kendi vatandaşları olan Hizbullah üyelerinin Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta neden savaştıklarını soruyorlar. Bunun bedelini neden tüm ülke olarak ödemeleri gerektiğini sorguluyorlar.

Öyle görünüyor ki, hem Suriye’nin hem Lübnan’ın hem de Yemen’in huzura kavuşması, “İran’ın nüfuz alanın daraltılmasıyla” mümkün. Belki o zaman Ortadoğu’daki gerçek sorun olan Siyonizm ile yüzleşebilir, Filistin davasını da “sahte kimliklerden”, “sahte kahramanlardan” kurtarabiliriz.