Dünyada Kovid-19 vaka sayıları, can kayıpları ve ekonomik etkileri hızla artarken insanlık umudunu aşılara bağlamış durumda.

Dünya genelinde 100’ün üzerinde Kovid-19 aşı çalışmasından yaklaşık 25’i klinik çalışmalar aşamasında. Faz 3 çalışması tamamlan ve ruhsatlanma aşamasında olan RNA aşısı şuanda en yakın seçenek olarak gözüküyor. Ülkemizde ise devam etmekte olan aşı çalışmalarından 3’ü klinik aşamaya gelmiş durumda. Bunlardan birisi inaktif bir aşı olup faz 1 çalışması kapsamında insana ilk uygulaması geçtiğimiz günlerde yapıldı.

Pek çok aşı türü olmakla birlikte her birinin temel hedefi insan ya da hayvanların bağışıklık sistemine ilgili hastalık yapıcı mikroorganizmayla nasıl savaşacağını öğretmektir.

Bir aşı üretilirken genel olarak 3 konu göz önünde bulundurulur. Bunlardan ilki, aşı üretilmesi istenilen etkene karşı bağışıklık sisteminin yanıt mekanizmasıdır. İkincisi, aşının kimlere uygulanacağı, üçüncüsü ise ilgili aşının geliştirilmesi için en uygun tekniğin hangisi olduğudur.

Bu üç konunun değerlendirilmesi neticesinde canlı-zayıflatılmış, inaktif, genetik (DNA veya RNA), viral vektör, protein tabanlı ve rekombinant aşılardan birisi tercih edilmektedir.

Bu kapsamda KOVİD-19’a yönelik olarak aşı çalışmalarının RNA, inaktif ve viral vektör aşılarına yoğunlaştığını görmekteyiz.

Aşı tiplerini değerlendirdiğimizde, canlı-zayıflatılmış aşılar doğal enfeksiyonu en iyi taklit eden aşılar olup güçlü ve uzun süreli bir bağışıklık kazandırabilmektedir. Ancak bağışıklık sistemi baskılanmış, kronik hastalığı olan ve organ nakli geçirmiş kişilerde beklenmedik etki gösterebilmeleri nedeniyle KOVİD-19 gibi çok tehlikeli bir hastalık için tercih edilmemiştir.

İnaktif aşılar, hastalık etkeninin cansız formunu içermektedir. Bu aşıların en önemli handikabı çoğu zaman güçlü bir koruma sağlamamaları nedeniyle tekrarlayan dozlarının uygulanması gerekliliğidir.

Genetik aşılar hedef mikroorganizmanın sentetik olarak üretilmiş bir parçasını içerirler. Etkenin kendisini içermedikleri için enfeksiyon oluşturma potansiyelleri yoktur ve çok güçlü bir bağışıklık yanıtı oluştururlar. Bu tip aşıların yan etkileri çok çok az olduğundan bağışıklık sistemi baskılanmış veya kronik hastalığı olan kişilere dahi uygulanabilmektedirler.

Pfizer, BioNTech ve Moderna firmalarının Kovid-19 için RNA aşısını geliştirmeyi tercih etmişlerdir. Klinik çalışmalarda %90’ın üzerinde başarı sağlayan aşı için bu teknolojinin tercih edilme nedenlerinden bir diğeri dünya genelinde ihtiyaç duyulan doz miktarının çok yüksek olmasıdır ki DNA ve RNA aşıları diğer geleneksel aşı tiplerine kıyasla çok daha kısa sürede yüksek dozlarda üretilebilmektedir.

Kovid-19’dan önce de MERS ve bazı diğer hastalıklara yönelik olarak geliştirilmiş RNA aşılara yönelik olarak çeşitli şüpheler bulunmakla birlikte karşımıza çıkan en önemli sorun aşıların -70°C’de muhafaza edilmelerinin gerekliliğidir ki bu durum aşıların yaygın dağıtımı açısından ciddi hazırlıkları gerektirmektedir.

2021 yılı ortalarında ilk etapta Kovid-19 ile ön safta mücadele eden sağlık çalışanlarına ve bazı riskli gruplara iki doz halinde yapılması hedeflenen bu aşıların toplum geneline uygulanabilmesi için daha uzunca bir zaman olduğu ortadadır. Bu süreçte elimizdeki en etkili mücadele araçları maske, sosyal mesafe ve hijyen olmaya devam edecektir.