Kudüs, üç semavi dinin kilit noktası, kutsalı.  Musevilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kalbinin Kudüs’te atıyor olması, bütün gözleri buraya çevirmiştir. Tarih boyunca defalarca kuşatılmış, yıkılmış, el değiştirmiş bu ulvi mekân işgal altında nefes almaya çalışıyor.

Kudüs manevi bir harita, şifresiz ve net. Kalbini fethedemeyen bu beldenin dilinden anlayamaz. Hakikat huzmesi, gönüller durağı, İlahi nefesin üflentisi, Kudüs. Gökyüzü sesine şahitlik eden ulvi belde.

Davut döneminde inşasına başlanılan ve  Süleyman’ın tamamlanması ile son halini alan Mescid-i Aksa ilahi dokunun, yeryüzü   menbaı.

Adem’in ayak izi,  Meryem’in inzivagahı, İsa’nın gökyüzüne çekildiği, yer ve gök köprüsü o şeffaf şehir, Kudüs.

Mescidi Aksa, Müslümanların ilk kıblesi…

Mescid-i Aksa H.Z. , Muhammed Mustafa’nın durağı. Miraç mucizesine şahitlik eden mekân. Manevi taçla şereflenmiş vakur belde. Göğü içine çeken manevi koridor.

Adalet ile hükmeden H.Z. Ömer, Kudüs’ün fatihi olarak şehre girmiş, Rasulullah’ın ayak izinin bulunduğu o kutsal taşı( Hacer-i Muallak) bulabilmek için eteğinde taş taşımış ve kendi ismiyle anılan Mescid- Aksa’yı, Hacer-i Muallaka’nın kıble tarafına yaptırmıştır.

Hâkimiyetle değil, adalet yakışır bu ulvi mirasa. Ancak böyle bir Kudüs davası durdurur insansızlaşmayı, zulmü, acıyı, kanı, gözyaşını.

Adaletin olmadığı yerde,  vicdan kör bir kuyudur.  Adaletsizlik ve iyilik zinhar yan yana gelemez. İçinde saygı, hoşgörü, merhamet taşımayan iyilik tunçları acıdan başka bir şey sunmaz etrafa.

Huzur, adaletin kılıfıdır.  Eğer saygı duyamıyorsan bil ki merhamet seni terk etmiştir. Ve dünya adaleti görmezden gelmeye devam etmekte.

Osmanlı tarafından Kudüs ilmek ilmek işlenmiştir adeta. Bu medeniyet çağlayan misali Kudüs’ü ziyaret eden gözlere akar. Osmanlı her gittiği yere,  İslam kültürünün inceliğini,   zarafetini ve adaletini taşımıştır.

Kanuni Sultan Süleyman Kudüs, El Halil Kapısı’nın üzerine ‘’ La ilahe illallah, İbrahim Halilullah ’’ yazdırmıştır.

Birlik be beraberlik nizamını muhafaza ettiği müddetçe ayakta kalan ümmet, mukaddesatı adalet inceliğine sararak muhafaza edebilir ancak.

Ayrıştırıcı zihinlere esir olmadan, etnik kökene yapışmadan, şu- bu yaftasını terk ederek yaşamak demek, merkeze insanlığı almak demektir.

Biz adaleti terk ettiğimizde, İslam bilinci de bizi terk etmiş olacaktır. Müslüman’ın güçsüzlüğü bu kör noktada başlar işte.  Buna mahal verdiğimizde, kutsal mirasa da sahip çıkamayız.

‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki …’’ diyen Selahattin Eyyubi ile uzun yıllar şehrin semalarından ezan sesi yankılanmıştır.

Bir fetih muştusu daha kalpleri saracak elbette! O gün geldiğinde, sevinç rabıtası ile demlenecek kalpler.

Zeytin dağından bakılacak yarınların penceresine.  Gökle temas kuran İbrahim birliği saracak taşı, toprağı.

Kudüs, insanlığa  ‘’insanlık bilincini’’ yerleştiren bir şehirdir.  İnsanlık ne kadar çöktüğünü, zayıfladığını bu kadim şehrin tablosu serer gözler önüne.

Kudüs, Adalet elidir!

İsa’nın maverası, Yusuf’un kuyusu, peygamberin ayak izi bu şehir, mana tufanı.

Kudüs, Müslümanı göklere taşıyan derya. Kudüs, onur. Kudüs, şükürdür.

Mescid-i Aksa bilinci, gönüllerde çerçevelenmediği sürece, dünyada insanlık krizi yaşanmaya devam edecektir.

Kudüs’ü gerçek kimliğinden koparmaya çalışan güç, yarın İslam birliğini de baltalamaya çalışacak güç olacaktır.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Sezai Karakoç: ‘ Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp, yere indirilen şehir /  Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.’’ Kalbinize emanetsiniz…