Kasım ayı gelince ağaçlar, bir ölüm senfonisi ile yapraklarına veda etmeye başlarlar. Vedalara dayanılmaz. Çünkü bütün vedalar kekremsi ve hüzünlüdür. Aralıkta ise hava kasvetli, gündüz cimri, güneş nazlıdır. Ocak ayı artık rahmet ve kar ayıdır. Zengin için kar, her zaman güzel yağar. Onlar için kış, şöminede demlenen çay, çayın deminde demlenen muhabbettir. Lakin bilesiniz ki herkes için kış romantik değildir! Çünkü kış, naçar kalmış fukaranın matemidir. Sözün bittiği yerdir. Bu mevsimde bir başka yaşanır yoksulluk. Kış her şeyden önce bir kere soğuktur. Karanlık, yalnızlık ve sessizliktir. Yorgunluğun ve üşümenin adıdır. Bıçak gibi keser insanı. Elin üşür, yüzün üşür, yüreğin üşür. Kalpler kırılmamak üzere artık buz tutmuştur. Havanın soğuğu üşütür, insanın soğuğu incitir. Etten kemikten yaratılan herkes üşür. Kimi yoksulluktan, kimi vatansızlıktan, kimi de tek başına yürümekten üşür. Ama bilesiniz ki en çok da göğsümüzün sızısı çocuklar üşür.

Kış deyince hep üşüyen ve ciğerimi pişiren yetim çocuklar gelir aklıma. Çünkü kış mevsimi bana her daim yoksulluğu, yoksunluğu ve soğukta çalışan çocukları hatırlatır. Onları düşününce içim burkulur, yüreğim sızlar. Zengin istediği gibi çocuğunu yedirir, içirir, giydirir lakin fakir için durum hiç de öyle değildir. Onların ayaklarını ısıtacak botları, sırtlarını sıcak tutacak montları yoktur. Bereyle eldiven bile onlar için ulaşılması çok zor olan bir lükstür. Annelerinin ördüğü bir süveterle dımdızlak dışarı çıkarlar, yazdan kalma yırtık ayakkabıyla karda oynarlar. Önce hissetmezler oyunun tadından hiçbir şeyi! Lakin kısa süre sonra önce kulaklar kızarır, sonra ayaklar uyuşur, mosmor olur elleri ve yüzleri. Hastalık onlar için artık sıradanlaşmıştır. Nazlanacak kimseleri olmadığı için, bir tas çorba ile ayakta geçirirler birçok hastalığı.

Kıymetli dostlar elbette dünyada darlık da vardır, bolluk da. Nice darlıkta olanlar vardır ki, sabır, sebat ve gayretle bolluğa kavuşmuşlardır. Nice varlık içinde olanlarda vardır ki, ulaştıkları zenginlik mertebesinden yuvarlanıp darlığa düşmüşlerdir. Her şeyi yaratan yüce Allah olduğu gibi, varlık ve darlığı da yaratan da O’dur. Dolayısıyla varlık da darlık da insan içindir. Başka lafa hacet yoktur. Hayat sıkıntılar ve sınavlarla doludur. Varlık içinde olan şımarmaya, darlık içinde olan da darılmaya tevessül etmemelidir. Öte yandan varlıkla imtihan edilmek, bilesiniz ki yoklukla sınanmaktan daha şiddetlidir. Yarın hesap gününde malınız, mülkünüz ve benim dediğiniz her ne varsa hepsi bilesiniz ki yakanıza yapışacaktır. Ve hep hak ettiğiniz gibi hatırlanacaksınız! Unutmayın! Kardeşlik iki şeyi beraberinde getirirmiş; biri nimet, diğeri de külfet. Her nimetin bir de külfeti vardır. Müslüman olmamız sayesinde kardeş olmamız, ne kadar büyük bir nimet ise, onların dar gününde ihtiyaçlarını karşılamak da bizler için asla bir külfet olmamalıdır. Fahri Kâinat Efendimiz (sas) “Fakirleri arayınız, onları görüp gözetiniz. Zira siz ancak fakirler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” buyurmuştur. Efendimizin bu güzel çağrısına kulak verip, bunu kendisine bir hayat felsefesi haline getiren herkesten Allah razı olsun. Bu vesileyle; Kayseri’nin develi ilçesinden “Bir mont, bir bot’’ kampanyası ile yetimleri sevindiren, fakir fukara babası ‘Hacı Kazım Yıldız’ ağabeyime, yine Kayseri’den “Dünya da kazanıp da ahirette kaybedenlerden eyleme Allah’ım’’ diye dua ederek gecesini gündüzüne katan, yetimlere ve yoksullara kol kanat geren ‘Süleyman Akkaya’ kardeşime ve son olarak da Eskişehir’den kendi deyimi ile “Cömertlerden alıp, gariplere dağıtan’’derya gönüllü, mütevazı ve çalışkan ‘Abdülvahit Mermer’ hocamıza huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. ‘’Birileri var!’’dediğimiz bu güzel insanlardan Allah (cc) razı olsun. Rabbim sayılarını arttırsın inşallah.

Selametle…

İNSANLIK

Biz,

Bu toprakların

Kavruk yüzlü

Toprak kokan

Çocuklarıyız.

Hepimizin adı birdir

Yetim!

Bakışlarımız da

Gözyaşlarımız da

Bizim gibi isimsizdir.

Hani artık

Güneşle vedalaştık ya!

Artık burada mevsim zemheridir.

Ayak yalın gezemez,

Parmak uçlarını hissedemezsiniz.

Deyin hele!

Fakirlik mi, yoksa yetimlik mi?

Hangisi en deli,

Hangisi en çetin zemheri…

Ama ben bilirim;

Bizi ısıtan

Ne ayağımızdaki iskarpin,

Ne de sırtımızdaki süveter

Bir tutam sevgidir, sevgi…

Ey

Gönül köprüsünden

Ve bizden bihaberler!

Ve dahi hep hazırdan yiyip

Sırtı pek, karnı tok gezenler!

Ne dersiniz?

Şu üç günlük dünya da mı?

Helalleşelim,

Yoksa öte dünyada mı?

Yüzleşelim?

Söyleyin hele!

Bu yaşadıklarımız bize

Reva mı?

O vakit

Siz de üşüyün.

Hem de çok üşüyün!

Herkes üşürse

Belki o zaman

İnsanlık utanır…