Tevrat ve İncili tahrif eden haham ve papazlar misâli oryantalistler, Kur’an Kerim’i de tahrif etmek için bütün gayretleriyle uğraşıyorlar.

Onların bizdeki, güya bizden olan ama özü bizden olmayan bazı akademisyen ya da muhipleri de, var güçleriyle önce sünnete saldırdılar. Bunu biraz taraftarlarına kabul ettirip uygun bir ortam bulduktan sonra şimdi de, Kur’an’a saldırmaya başladılar.

Birtakım felsefi laflar üreterek bu saldırılarını gizlemeye çalışıyorlar. Önce biraz hafif ve kapalı, sonra ise apaçık zehirlerini kustular. Doğruların arasına birkaç yanlış katıp laf ebeliği ile devam ederken, şimdi çok net bir şekilde fikirlerini ortaya koyuyorlar. Artık söylemleri çok açık: “Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır. Olabilir.”

Evet, ne yazık ki gelinen nokta, Kur’an Allah kelamı olmayabilir, insan dili de olabilirliği (!). Aman ya Rabbi!

İşte son hali ya da halleri. Kimisi de ayetleri değiştirmeye kalkar.

Zira, onların değer verdiği ve her fırsatta isimlerini dile getirip eteklerinden tuttukları müsteşrikler, Müslüman değildir. Bunlar bu gerçeği samimiyetle düşünmüş olsalardı, zaten kanatlarının altına girmezlerdi. Ama isim yapmak var, madde var, şöhret var, dünyalık var, var da var. Fakat ahirette de bitmeyen azap var.

Halbuki Din konusu en hassas konudur. Eğer kişi inanılması gereken kesin bir kaide ya da hükme “eleştirel” (!) bir bakışla bakmaya çalışsa, imanı götürür gider. Kaldı ki amelî bir konusunu bile inkâr ya da alay yahut da “eleştirel” adını verdiği bir incelemeye tabi tutsa inancı yine gider. Neyi ve kimi eleştiriyor ki acaba? Kur’an ve O’nun Sahibini mi? Bu ne kadar açık bir küfür!

Oryantalist akıl hocalarının eğik-bükük ifadelerini alarak, Müslümanların akidesini bozmaya çalışan bu adamlar, büyük bir vebal altındadırlar. Onlar için en akıllıca iş tevbe ve Ehl-i Sünnet akîdesine dönüştür.

ELFÂZ-I KÜFÜR

“İmandan çıkıp küfre girmeye sebep olan sözler anlamında bir terim ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adı.”

Elfâz-ı küfür tamlaması, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri ve bunlardan zorunlu olarak çıkan dinî hükümleri (zarûrât-ı dîniyye) inkâr etme özelliği taşıyan, bütün sözleri kapsamına alır. Kur’ân-ı Kerîm’de elfâz-ı küfür yerine “kelimetü’l-küfr” (inkâr sözü) tabiri geçmektedir (et-Tevbe 9/74). Bu âyette, münafıkların küfür kelimesini telaffuz etmek suretiyle Müslüman iken kâfir oldukları ifade edilmiş ve küfür kelimesini söylemenin kişiyi imandan çıkarıp küfre soktuğu belirtilmiştir.

Sözü edilen âyetin, Tebük Gazvesi öncesinde Müslüman olduğunu söylediği halde, Hz. Peygamber’e gelen vahiylere inanmak istemeyen Cülâs b. Süveyd’in; “Muhammed’in kardeşlerimiz için söyledikleri doğru ise, eşeklerden daha alçak olalım,” demesi üzerine nâzil olmasından ve bu hususun da “küfür kelimesi” şeklinde nitelendirilmesinden anlaşıldığına göre, Resûl-i Ekrem’e bildirilen vahiylerin doğruluğuna inanmamak, dinden çıkmanın temel sebebini oluşturmaktadır.

Kur’an’da doğrudan doğruya küfür ifadeleri olarak, “Meryem oğlu Mesîh Allah’tır”; “Allah üçün üçüncüsüdür”; “Bu peygamber yalancı bir sihirbazdır”; “Hayat ancak bu dünya hayatıdır, ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman helâk eder”; “Bu çürümüş kemikleri kim diriltir?”; “Kıyametin kopacağını sanmıyorum” (el-Mâide 5/17, 73; Sâd 38/4; el-Cāsiye 45/24; Yâsîn 36/78; el-Kehf 18/36) gibi sayılı örneklere yer verilmişse de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmayanlar, Allah’ın gönderdiği hükümleri uygulamayanlar, Allah’ın âyetlerini yani Kur’an’ı inkâr edenler kâfir olarak adlandırılmıştır (en-Nisâ 4/136, 150-151; el-Mâide 5/44; el-Ankebût 29/47).

Ayrıca Allah’ı, Hz. Muhammed’in (sav) yanı sıra geçmiş peygamberleri ve Kur’an’ı alay konusu yapıp küçümseyen münafıkların, bu tavırlarına dikkat çekilerek müminlere, dinî değerlere karşı alaycı tavır sergileyenlerden uzak kalmaları emredilmek suretiyle, bu tür davranışların da küfre götürdüğüne işaret edilmiştir (el-Mâide 5/57; et-Tevbe 9/65-66; el-En‘âm 6/10; el-Enbiyâ 21/41).

Hadislerde az da olsa müminleri küfre götüren söz ve davranışlar üzerinde durulmuştur. Buna göre Müslümanları tekfir edenler (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15), Allah’tan başkasının adına ant içenler (Buhârî, “Îmân”, 112), kâhinlere gidip verdikleri haberleri tasdik edenler (İbn Mâce, “Ṭahâret”, 122), Kur’an hakkında tartışanlar (Müsned, II, 258) ve küfre rızâ gösterenler (Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 161) kâfir olarak nitelendirilmektedir. Hz. Peygamber, İslâmiyet’i yayma siyasetinin bir gereği olarak, münafık olduklarını bildiği halde Müslüman gözüken kimseleri tekfir etmemiş, buna karşılık kendisini hicvedip alay konusu yapan iki şairin ashap tarafından öldürülmesini engellememiştir.’ (Kılavuz, Ahmet Saim, TDV İslam Ansiklopedisi, Elfâz-ı Küfür mad.)

KUR’AN-I KERİM

Tanımı: Kelime olarak “okuma” anlamına gelen Kur’an-ı Kerim’i âlimler; “Arap dili ile Hz. Muhammed’e (sav) indirilen, bize rivâyet ve kitabet (yazım yolu) üzere mütevatir olarak nakledilen, mu’ciz, tilaveti ile ibadet edilen, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile son bulan Allah kelâmı” şeklinde tarif etmişlerdir. (Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Usul, Beyrut, ts., I, 38).

Hz. Peygamber (sav.) döneminde yazıya geçirilen, Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde cem edilen, Hz. Osman (ra) döneminden itibaren Mushaflar halinde çoğaltılmaya başlanan Kur’ân-ı Kerim’in korunmasında, Kur’an’ı hafızalarına ve kalplerine nakşeden hafızlar, elbette en büyük ve önemli paya sahiptirler.

“Pek çok bakımdan orijinallik ve fevkalâdelik arz eden Kur’an-ı Kerim, nâzil olduğu günden bu yana insanların nazar-ı dikkatini celp etmiş, onun hak kitap olduğuna inanan da inanmayan da onunla meşgul olma ihtiyacı hissetmiştir. Şu kadar var ki, ona sıdk-u sadâkatle sarılanlar, onun feyz ve bereketine nâil olarak, rahmetle anılmak sûretiyle yaşamaya devam etmiş, aleyhinde duranlar ise, bâtıla örnek olmanın vebaliyle, tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir.” (İsmail Karaçam, Sonsuz Mucize Kur’an İlmi ve Edebi Sırları, MÜİFV, İstanbul, 2012, s. 11.)

KUR’AN’IN MÜTEVATİR OLMASI

Yalan söylemeleri ve yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan kalabalık ve güvenilir topluluklar tarafından, aynı bilgi ve haberlerin her devirde değişmeden gelerek, insan topluluklarına ulaşmasına tevatür, bu bilgilere de mütavatir denir.

İşte Kur’an-ı Kerim bu şartlar dâhilinde Allah Rasülü Efendimiz (sav) tarafından aktarıldığı üzere, devirden devire gelerek bize kadar ulaşmıştır. Bu konuda ümmetin âlimleri ve bütün ümmette icma vardır. Onda hiçbir değişme olmamış ve olmayacaktır. Çünkü;

 “Hiç şüphe yok ki o zikri Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz,” (Hicr, 15/ 9.) ayetiyle açıklanan bir Kur’an mucizesidir. O asla bir tahrifata uğramamış, lafız ve mana itibariyle Allah’tan gelen ve sağlam kalan tek ilahi kitap olarak kıyamete kadar geçerliliğini koruyacaktır.

KUR’AN-I KERİM’İN HIFZEDİLMESİ

Allah’ın kullarına en büyük ikramlarından bir tanesi de, şüphesiz ki, Kur’an’ın ezberlenmesidir. Rabbinin kelamını hıfzeden, beyninde muhafaza edip gönlünde iştiyakını taşıyan ve O’nunla hayatını yaşayan bir kula, bundan daha büyük bir nimet verilmiş olabilir mi?

O; Allah kelâmıdır. İnsan da Allah’ın kuludur. Allah’ın kelâmı, Allah’ın kulunda ne güzel!

Bu aynı zamanda, Kur’an’ın bir mucizesidir. Hiçbir kitap asla bu hacim ve yoğunlukta insanlık tarafından ezberlenmemiştir.

‘Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğunun ayetle sabit olması” yanında, kulların da bu konuda gerekli tedbirleri alma gayesi ile onun hıfzı ile uğraşmaları, Kur’an’ın günümüze kadar muhafazasında ana etkenlerden birisinin hafızlık olduğundan, daima ezberleyen hafızlar var olmuş, yazılı metinlerdeki Kur’an ile hafızların ezberlerindeki Kur’an, mükemmel bir uyum halinde, Kur’an metninin sahihliğinin dayandığı temelleri oluşturmuştur. (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çev. Mehmet Yazgan, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 585 ve s. 24. Kozakoğlu Ekrem, Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi ve Kur’an Eğitimine Katkısı, sh. 13, Yüksek lisans Tezi, Necmeddin Erbakan Ün.)

Allah’ın, koruması dâhil, mu’ciz olarak beyan ettiği ve Allah Rasûlünün ilk hafız olarak ezberleyip, hafıza kuvveti çok güçlü olan ashabına ezberlettiği, kâtiplere yazdırdığı, günlerce ve aylarca üzerinde durulduğu, vahyin gelişindeki zorluklara katlanıp bizzat ashabının şahit olduğu, lafzen ve manen Allah’a ait olduğu konusunda ashabın ve ümmetin birlik olduğu Kur’an hususunda, nasıl şüpheye düşülebilir ki?

Bunu yapanlara, oryantalistlerin asırlardır dile getirdiği ve ulema tarafından defalarca çürütüldüğü asılsız iddialarını ve felsefi bir takım kelime oyunlarını bırakıp, Kur’an ve Sünneti iman hakikatleri açısından yeniden düşünmeye davet ediyoruz. Bu arada, bunları aklamaya çalışan güya ilim adamlarını da uyarıyoruz. Çünkü bu durum da, onlar için bir felaket olabilir. Onların yolları bellidir, gittikleri mekân ve katıldıkları şemsiye çok belirgindir.

Rabbimiz ayaklarımızı kaydırmasın.