Kapitalist iktisadi sistemin türevi olarak nitelendirebileceğimiz Marksist iktisat teorisi varlık felsefesini kapitalizmin aksak yönleri üzerine kurmuştur. Nitekim tarih sahnesinde orta çağlardan itibaren boy göstermeye başlayan bu akımı bir bakıma kapitalizme hasılanın bölüşümündeki adaletsizliği giderme vetiresi üzerinden gelişen ahlâk ve hakkaniyet bakımından güçlü bir reaksiyon olarak da tarif edebiliriz.

Marksist iktisadi teorinin kuramsal altyapısının gelişimi sanıldığının aksine aslında ilk olarak kapitalist iktisatçılardan David Ricardo’nun düşünceleri ekseriyetinde yol almıştır. Diğer yandan Fransız sosyalist geleneği ve Alman idealist felsefesin de etkisi altında kalan Marksist iktisadi kuram öznel teorik hüviyetini ise 1848 yılında Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından ortaklaşa kaleme alınan Komünist Manifesto eseri ile elde etmiştir.

Marksist iktisat, toplumun altyapısı olarak üretimin iki unsurunu yani üretim güçleri (emek, sermaye, hammadde) ve mülkiyet (üretim) ilişkilerini tarif eder. Diğer yandan üretim güçlerinde meydana gelen teknolojik ilerlemeler, ilerleyen zamanlarda üretim ilişkileri ile zıtlaşma içerisine girdiğinde üretim ilişkileri üretim güçlerinde yaşanan gelişmelere ayak uydurabilirse toplumun üst yapısının yani kurumların ve ideolojinin yeni biçimler alarak iktisadi yapının sosyalist üretim tarzını benimseyeceğini iddia eder.

Nitekim Marksist iktisadın bu iddiası kapitalist üretimdeki kâr saikinin yerini sosyalist üretimde sosyal hizmetin alması ile sonuçlanmıştır. Yani kapitalist üretim tarzında üretim kararları kâr amacı doğrultusunda alınırken, sosyalist üretim tarzında bu olgunun yerini bürokrasinin talebi doğrultusunda şekillenen sosyal ihtiyaçlar almıştır.

Farklı araç, ama aynı amaç.

Böylece bu gerçeklik Marksist iktisadın kapitalizme karşı salt olarak bir antitez olmaktan öteye geçememesinin temel nedeni olagelmiştir. Nitekim Marksist iktisadi teoride fert kapitalizminin yerini devlet kapitalizmi, burjuvazinin yerini bürokrasi almıştır. Ayrıca her iki kutbun da aynı kültürün ürünü olması birtakım ortak ideallerin varlığını da şekillendirmiştir. Öyle ki Marksist iktisadın nihai komünizm aşaması ile liberalizmin sistematiği arasında devletsiz ve sınıfsız toplum ile ferdi hürriyet gibi ortak bir genel çerçevenin var olduğu açıktır.

Zaten Marx toplumların hukuki, iktisadi ve sosyal yaşamları gibi belirli somut olguları anlayabilmek adına soyut ilişkileri merkezine alarak yola çıkar. Marksist teorinin bu özelliği, toplumsal yorumlarda bir nevi nesnelliğin yeniden üretimi yani olanın çarpıtılarak zihni tutarlılık ile gerçekliğin birbirine ters düşmesi ile sonuçlanır.

Böylece ideolojilerin antik toplumlardaki mitosların günümüzdeki karşılığı olduğu gerçeği bir kere daha gün yüzüne çıkar. Unutmamak gereken ideolojiler üzerinden sosyal bilimlere sınır çizmenin çok zor olduğudur.

Bilim sandığınız şey aslında tamamen ideolojiden ibaret olabilir.