Başlık aykırı gelmesin. Nitekim okuyanların çocuğunun muzır bir gülümsemeye sahip olduğuna eminim. Çoğumuz çocukluğunda bahçelere dadandı, erik çaldı. Süt eriği çıktığında, okul çıkışları “erik çalma” planları üzerine kuruldu. Bazı bahçe sahipleri çıktı, bağırdı, kovaladı, dayak yemek korkusuyla kaçıldı. Bazı bahçe sahipleri ise helal etti, bazıları kaçarken arkadan “Gaçman oğğlum, ying, helaldır” dedi. Ancak son nesil çocukların böyle seremonisi yok. Erik bahçesi görüyorlar mı ki çalsınlar? Kırk yılda bir babası, varsa dede yanına köylerine götürecek, onda da hangi meyvenin zamanına denk gelirlerse, en fazla iki gün kaldıkları süre boyunca yiyebildiklerini yiyecekler. Köye gittiğim zamanlar dışında, bir iki tanıdığın evinin önündeki tek ağaç hariç, ne erik gördüm ne de başka bir meyve.

Bunu neden mesele yaptım durduk yere? Erik çalma işin latifesi. Çocuklarımız ağaçla, toprakla temas etmeden büyüyor. İnsanın yaratım aşamasında uğradığı mertebelerden biri de topraktır, toprakla bağı kopan insan özünü unutur bu yüzden. Nasıl ki çiçek kokusunu unuttuk, türlü kolonyalar aldık; nasıl ki sıcaktan ve nemden kavruluyoruz, çünkü bir tane ağaç bırakmadılar şehirlerde, gölgelenecek bir ağaç bulamıyoruz; tıpkı öyle çocuklarımız da toprak görmeden, toprağa değmeden, beton üzerinde büyüyor. Toprağın, ağacın görmediğimiz bir ruhu, bilgeliği vardır. Toprakla, ağaçla büyüyen çocukla, beton üzerinde büyüyen çocuk birbirinden farklı olacaktır. Buna kızmayın, abartılı da bulmayın.

Toprağa, ağaca dokunarak büyüyen çocukla, teknolojik aletlere dokunarak büyüyen çocuğun ruhu da, zihni de, bakışı da apayrı olacaktır. Teknoloji, sosyalliği dahi bitirdi. Küçücük çocuklar tabletlerde, bilgisayarlarda oyunlar oynuyor. Online bağlantılarla da arkadaşça oyun oynuyorlar. Bu çocuklarla, beraber koşup eğlenen, top oynayan, birlikte düşen, kavga edip sonra da barışan çocuklar bir olabilir mi? Şimdi, tabi, oyun parklarına götürüyoruz diyebilirsiniz. Oyun parkları, nizam içerir. Sokaklar, çocuklara özgürlük sağlar. Oyun parkları, belli alternatif oyunlar üzerinden döner. Sokaklar, çocuklara istediği oyunu oynama, daha da güzeli “oyun uydurma” imkanı sağlar.

Biz küçükken bilye oynardık. “Yuva” ismini verdiğimiz bir bilye oyunumuz vardı. Bazıları misket der, yuvanın da muhakkak başka yerlerde başka adı olmuştur. Toprakta küçük bir kuyu kazardık, ona bilyeyi sokmaya, ardından da arkadaşımızın bilyesini vurmaya çalışır, puan kazanırdık. Yenen, yenilenin bilyesini alırdı, ya da çocukluk jargonuyla “üterdi”. Okulda, öğretmenlerden gizli oynardık. Yuva kazmamıza kızarlar, yakalayan öğretmen bilyelerimize el koyardı. Yakalanma korkusu, ayrı tat verirdi. Bir gün babam ilçeden gelmiş, müjdem var demiş, elime bir torba tutuşturmuştu. 100 tane bilye vardı içinde. Döküp döküp çağlamasına bakardım. O günkü sevincimi unutamadım. Bugün çocuklar istese de yuva oynayamaz. Şehirlerde kazacak toprak yok, elle dahi, her yer beton, asfalt. Çelik çomak oyunu bilmiyorlar. Elleriyle toprakta yol yapıp kamyonculuk oynayan kaç çocuk kaldı?

Sizin bir suçunuz yok çocuklar. İnsanoğlu, her yeri betona gömdü, ellerinize de tabletleri tutuşturdular. Siz oyun oynayacaksınız, hangi imkân sunulursa onunla oynayacaksınız. Suç, büyüklerde. Onlara size bunu yaptığı için kızın. Ama en çok kendileri oynayıp sizin oynamanıza engel oldukları için kızın!