İ’lâ-yı Kelimetullah’ın önüne set çekmeye çalışan şer güçlerin, asırlar boyu verdiği bir mücadele var. Bunları daha önceki yazılarımızda örneklerle açıklamıştık. İslâm’ın yükselişine engel olmak için, ellerindeki bilgi-birikim, teknoloji ve ekonomik gücü büyük bir iştahla harcayanların en büyük yardımcıları, Müslümanlar içinden devşirilen isimler olmuştur.

Birçoğumuzun hatırındaki bir açıklamayı da örnek vererek, bugünkü konumuza başlamak istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda, Orta Asya’yı dolaşan ve hususan Türkiye’ye gelen bir ecnebiden bahsetmek istiyorum. Kendisi Amerika hesabına teftiş yapan bir siyasidir. Onun medyaya yansıyan “Müslümanlara hakim olmak için, İslamiyetsiz bir Müslümanlık ve Risale-i Nursuz bir Nurculuk ihdas etmemiz lazımdır.” sözü, âlem-i İslam üzerindeki sinsi planların gün yüzüne çıkmış haliydi.

 

Hatırlayacağınız gibi bir önceki yazımda da belirtmiştim; Risale-i Nur’un “telifine” mani olamayanlar, Bediüzzamanın vefatından sonra “teviline” mani olmaya var güçleriyle çalışmışlardır. Bu planı ise sahte, ma’lul ve mecruh bazı belgelerle; kendilerine bir statü veren bazı şahıslar vasıtasıyla yapmışlardır. İşte bu yazımda iki konuyu ele almak istiyorum. Amacım geçtiğimiz hafta beyan ettiğim sorulara, cevap niteliğinde olmasıdır.

 

Birincisi: “Mutlak Varislik” gibi Allah’a ait olan bir vasfı kendilerine yakıştıran ve Bediüzaman’ın talebesi olduğunu iddia edenler, statülerini nasıl elde ettiler?

 

İkincisi: Ömrü hayatını Kur’an’a hizmete adayan, Risale-i Nur müellifinin eseri nasıl yanlış ve fasid tevillerle tevil edildi?

 

Ortada öyle illegal işler var ki; Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatından sonra, bazı kimseler, merhumun adına sahte vasiyetnameler düzenlemişlerdir. Bu belgelerin sahte olduğunu ise, düzenledikleri belgelerde gözden kaçırdıkları bazı acemilikler ele vermiştir. Mesela Bediüzzaman 1960 yılında vefat ettiği halde, adına düzenlenen vasiyetnamenin tarihi 1963’tür. Başka bir vasiyetname ise 1953 tarihinde Ankara’da düzenlenmiştir. Hâlbuki Bediüzzaman, o tarihte Emirdağı’nda bulunmaktadır. Keza bu vasiyetnamelerde Kur’an hattıyla Bediüzzaman’ın imzasını taklit etmeye çalışanlar, merhumun soyadını, Arapça ilmine göre ismi tarifle “En-Nursi” yazacakları yerde, “Nursi” yazdıkları gibi; “Vasiyetname” yerine de “Sıyatname” yazarak, yine bir acemilik ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Bediüzzaman’ın saff-ı evvel, esas ve erkan talebeleri bir şekilde egale edilerek, yaşları küçük, tecrübeleri az ve şer’i ilimlerden habersiz kişiler, göz önüne çıkarılarak prototip algısı oluşturulmuştur. Hâlbuki başta Hulusi Yahyagil olmak üzere, Husrev Altınbaşak ve Mehmet Fevzi Efendi gibi zatlar; hayatta oldukları halde…

Daha bunlar gibi onlarca örnek verilebilir!

 

Bahusus Bediüzzaman’ın tek “Varis-i mutlak”ı olduğunu iddia edenler eliyle, şu gibi fasit anlayışlar ve teviller; bazı Risale-i Nur okuyucuları arasında kabul görmüştür. Şöyle ki:

-Kur’an’ın lafzi ve manevi tefsirlerinin okunmaması.

-Hadis-i şeriflerin lafzi ve manevi tefsirlerinin okunmaması.

-Fıkhın okunmaması ve okutturulmaması.

-Bu vesileyle icma-ı ümmete olan inancın kaldırılması.

-Bediüzzaman’ın mahkûmiyetinin tek sebebi olarak gösterilen tesettürün, Kur’an’ın ahkamı olduğu halde, “füruattan” olduğu inancının kabul görmesi.

-Yahudilik ve Hıristiyanlığın hak din olarak kabul edilmesi.

-Yahudi ve Hıristyanlarla diyaloğun meşru olduğunun savunulması.

- Devlet eliyle yapılacak maddi cihadın inkâr edilmesi.

-Varislik iddiasında bulunanlar, etbâlarının üzerindeki nüfuzu muhafaza için, Bediüzzaman’ın mehdi olarak ilan edilmesi ve İsa’nın (as) gelişinin inkâr edilmesi

-Risale-i Nur’un Kur’an ve Hadise vekil yapılması

-Risale-i Nur’un izahının yasak edilmesi.

-Risale-i Nur okuyanların, bekârlığa zorlanması. Bazılarının ise nikâhlarını gizlemesi.

-Risale-i Nur’un bazı yerlerinin çıkarılması ve ilaveler yapılması.

-Tarihçe-i hayat ve Lahika mektuplarının Risale-i Nur’dan sayılması ve yerine ikame edilmesi.

-Özellikle Mutlak Varislik iddia edenlerin, her dediklerinin kat-i kabul görmesi ve dinin esası olarak kabul edilmesi.

-Başta zekat olmak üzere, bütün teberruatın fakir ve fukaraya gitmesinin engellenerek, cemaatlerinin holdingleşmesi ve dünyevileşmesi.

-Kabir başlarında Risale-i Nur okutulması.

-Ehli sünnet tarafından bid’ayı kabiha olarak kabul edilen mevlidin, her yıl düzenlenerek cemaatin örgütleştirilmesi.

 

Daha bunun gibi birçok yanlış anlayış ve itikadı saymak mümkündür. Kaldı ki din kanunlar mecmuasıdır. Muhteviyatı ise Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastır. Mezkûr şekilde bir anlayış ve itikad ise, idlaldir. Ümmetin caddeyi kübrasından kopmaktır.

Nitekim bu tarz batıl anlayışlar, ümmeti Risale-i Nur’a küstürmedi mi?

 

“Bazı Risale-i Nur okuyucuları, bu yanlış yola nasıl sevk edildi?” sorusunun cevabını da “1974’te Hizmet Vakfı’nda, Fethullah Gülen’in mihmandarlığında, Mutlak Varislik iddiasında bulunan ağabeylerle birlikte yapılan mutabakatta, Risale-i Nur hizmeti bu şekilde kanalize edilmiştir” şeklinde versem “yeterli olur” kanaatindeyim.

Hulasa: Şeriat-ı Garra’nın kaidleri ve Sünnet-i Seniyenin düsturları tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut haşa ve kella, nakıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek, dalalettir, ateştir…

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…