İslâm iktisadının kapitalist ve Marksist iktisadi teoriden en belirgin ayrımı insana olan bakış açısıdır. Batı iktisadının tuvaline işlediği insan modeli iktisadi adamın (homo economicus) portresidir. Bu portre özellikle Rönesans dönemi sonrasında batı dünyasının düşünce sistematiğine sirayet eden rasyonalist, akılcı ve seküler düşünce kuramının insan izdüşümüne yansımasından başka bir şey değildir. Nitekim bu soyut kesişmenin bir ürünü olan iktisadi insanın amacı her zaman ve her koşulda şahsi menfaatini azami ölçüde tutmaktır.  

Ancak bütün davranışlarının temelini menfaatlerin çevrelediği ve çıkar ilişkisinin belirlediği bu insan modeli İslam’a çok uzaktır. İslam’ın insanın dengesine dair görüşlerinin en kapsayıcı yanını yansıtan bu cümlenin aslında İslam İktisadı’nın kuramsal altyapısını teşkil eden Müslüman insanı tarif ettiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Çünkü Müslüman insanın davranışlarına yön veren ancak Allah’a karşı kulluk bilincidir. Böylece sürece bir iktisat süjesi olarak yaklaşıldığında Müslüman insan; iman eden, rasyonellikten kopmayan, Rabbine güvenen, sebepleri irdeleyen, tevekkül eden ve kullara karşı saygılı olan kanaatkâr insan olarak tarif edilebilir.

Tarihsel pencereden yaşananlara ve insan topluluklarının yaşayışlarına göz atıldığında toplumların sosyolojisinin Müslüman insan tipine yabancılaştığı, daha başka bir deyişle iktisadı insan ihtiyaçları için değil insanı iktisadın ihtiyaçları için kullanan iktisadi adam modelinin başat aktör olduğu gerçeği önümüze çıkacaktır.

Maalesef gerçekleşmiş olan budur, peki ya gerçek olan da bu mudur?

Evvel satırlarda Müslüman insan tarifinde başvurduğum İslami davranışlarda rasyonellik olgusunu insanın sebepleri irdeledikten sonra başka bir deyişle gereken bütün tedbirleri aldıktan sonra Rabbine güvenerek tevekkül etmesi olarak açıklayabilmem mümkündür. Zaten bizzat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) yaşayışı bahsi geçen İslami davranış rasyonalitesine en iyi örneği teşkil etmektedir.

Emeğin Allah rızasını kazanma yolundaki önemine değinerek bizzat kendisi de çalışan, çaba sarf eden ve diğer insanlara da aynı şekilde rızkını kazanmak adına tüm gayretleri ile çalışmayı tembih eden Peygamber Efendimizden (sav) asırlar sonra zamanın bugün vardığımız istasyonunda, yaşananların ve insan sosyolojisinin Onun getirdiği zihniyetten çok uzağa düştüğünü üzülerek gözlemliyoruz. Burada sadece batı dünyasını kast ettiğimi sanmayın. Zihni dünyada yaşanan bu kopuş İslam topluluklarında da varlığını hissettirmektedir.

Tedbir almadan tevekkül ve rızkının peşinde koşmadan kanaatsizlik anlayışının pekiştiği günümüzde gelişen bu düşünce sistematiğinin, İslam dünyasının günün koşullarına uygun teknolojik ilerlemelere dayanak sağlayacak zihniyet ve bilgi sistematiği bakımından geri kalmasında oynadığı rolün payı büyüktür. Dünya hayatının aslında ahiret hayatına yönelik bir imtihan olması, değişimin dünya hayatındaki maddi süreçler üzerine sirayet gücünü yansıtmaktadır.

O zaman bıraktığımız yerden yeniden başlamak gerekmez mi?