Yollar ‘hüzün’ kokar. Gidilen yer, varılacak hedef, pek önemli değildir; yolculuğun kendisi hüzünlüdür bizatihi. Bırakılanlar vardır gidilen yerde, özlem giderilecek olanlar varılacak hedefte…

Ama yolculuk dediğimiz “tek kişiliktir” ekseriya…

İnsanın kendisiyle baş başa kalmasıdır.

Hiç tanımadığı, tanımayacak olduğu bir otobüs dolu insan içinde, kendi içine gömülmesidir…

Düşünceler uçuşup gider zihnin kıvrımlarında…

Geride bırakmaya da kavuşmaya da uzak bir “an” demektir yolculuk. Mesafelerin bıraktığı baş dönmesini, insanı derin bir çöküş içine sürükleyecek boş vaktin verdiği umutsuzluğu yolların dönemeçlerinden toplarsınız.

Yerleşik hayat için bir ‘mola’ olur yol

Kendisine bir yer edinememiş olanların özlemi de olur bazen… Zaten bir defa yollara düşmüş olan artık hep ‘yersiz’ oluyor. Yol acıları, anılara dönüşüyor.

Yollar hem yalnızlıktır hem kalabalık…

İnsanın ‘iç sesi’ ile konuştuğu bir sessiz gevezeliktir adeta yol.

Sileceklerin yetişmediği bir cam kenarı yolculuğu yalnızlığın aslında içimizde olduğunu hissettiriyor.

Yollar insanı kendine yönlendiriyor, yolculuk içine dönüş oluyor.

“Özgürlüktür” belki de sürekli uzayıp giden, alçalıp yükselen, kıvrılıp kaybolan, yeniden fark edilen bir yolda ufuk çizgisi, ‘yersizlik’ duygusuyla…

Bir yolculuktan asla aynı dönemiyorsunuz. Orada bir parçanızı bırakıyor, buraya çok şey getiriyorsunuz. ‘Yeni ufuklar’ sizi büyütürken; hafızanıza daha geniş bir tuval ve farklı desenleriyle yeni bir yüzey bırakıyor. Yeni hayatlar, yeni ortamlar, yeni insanlarıyla...

Yolculuk en çok da kendiniz hakkında bir şeyler öğretiyor, nelere dayanabileceğinizi, şartlara ne ölçüde uyabileceğinizi gösteriyor. Dünyanın bir ucunda, ‘saat farkı’ ile oluşan uyumsuzluk ve yorgunluk makyajınızı döküyor.

Kendinizi açığa vurmanın en iyi yolu oluyor seyahat… Belki de insan seyahat ederek farklı renk ve yerleri değil, kendisini arıyor.

Necip Fazıl “İstasyon” şiirinde gidişi de dönüşü de ‘hüzünlü’ anlatıyor:

“Burda gelir insana,

Boş günlerin usancı.

Çalar birden kampana,

Ölüm çanından acı.

Sonra bir düdük öter,

Kesik çığlıklarla der:

Burdan bildik gidenler,

Yarın döner yabancı...

Üstümüz başımız şiir ile bulanmışken; Cahit Zarifoğlu’nu anmadan olmaz:

“İçim,

Ey içim! Bu yolculuk nereye?

Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin…”