En başından keskin bir soruyla yazıya başlamak, belki yaşanan ahlaki zafiyetin muhasebesi açısından tesirli olabilir…

Soru şu: Siyasette yalan söylemek mubah mıdır?

Eğer bu soruya ağzımızı doldurarak ve vicdanımızı rahatlatarak “evet” diyebiliyorsak, taşıdığımız bütün değerler sistemini gözden geçirmek durumundayız demektir…

Zira “ İnsan inandığını görür” hakikatiyle bize, yalanı “mubah” olarak gösteren o inancın, derinlemesine bir analizi gerekir; sorunlu, bulanık hatta vicdanı körleştiren bir görüntü sunduğu için…

Batı’nın kodlarındaki, “Yalan siyasetin doğasında vardır” ilkesi çok eskilere dayansa da, bizim için oldukça modern bir sorundur yalan; en azından bu denli görünür haliyle…

Ne yazık ki son dönemlerde adeta siyasetimizi esir alan ve çok soğukkanlı bir ruh haliyle icra edilen bir “yalancılık” türü ile karşı karşıyayız…

Oysa her türlü veriye, açık kanallardan erişimin bu kadar kolay olduğu bir çağda, gerçeğe ulaşmak asla imkânsız değildir…

Gerçek yanı başımızda dururken ona başvurmak yerine, sırf çıkarlar öyle gerektiriyor diye yalana sarılmak -nereden bakarsanız bakın- ciddi bir ahlak sorunudur…

Yalanın siyasetimizi sistematik olarak esir aldığı gerçeği, her aşamada kendisini çok daha belirgin olarak gösteriyor…

Bu yalan stratejisine dayalı siyasettin lokomotifi CHP olsa da, sadece CHP’de kaldığını iddia edemeyiz…

Üstelik sırf iktidar olabilmek adına, yıllarca kol-kola yürünenlerin nelerle itham edildiği gerçeği, idraki bulanık olmayanlar açısından çok berrak bir fotoğraf sunarken…

Yalana devrim yaptıranların, “devrim yapmış yalan”la da siyasette devrim aradıkları çok açık değil mi?

Özellikle son dönemlerde ciddi bir “yalan enflasyonu” hatta patlaması ile karşı karşıyayız; patlamanın etkisiyle oluşan toz bulutunda hakikati örtmek isteyenlerin de speküle ettiği…

“Alenen saçma” nedenlerle körüklenen yalan stratejisi, ahlaklı bir siyasetin, yönetmeye talip olduğu kitlelerin yüzüne baka baka yürütebileceği bir riyakârlığa asla dönüşmemeli…

Bununla ilgili ciddi emareler olsa da, meselenin geriye dönülemez bir umutsuzluk barındırdığını düşünmüyorum…

Birileri Batı kompleksiyle görmek istemese de, bizim ciddi bir siyaset anlayışımız var olagelmiştir ve devlet tecrübesi en kadim toplumlardan biriyiz…

“Daire-i Adalet” anlayışını siyasetin felsefesine yerleştirmiş bir devlet geleneğinin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olan Said Halim Paşa, aslında bize çok sağlam bir toplum ve siyaset inşası sunuyor…

O inşada, siyaset son aşamadır…

Ondan öncekiler doğru tesis edilemediğinde, siyasetin tesisi de doğru ve erdemli olamaz…

Said Halim Paşa temelden tavana nasıl bir sıralama izliyordu peki: “İtikadiyat, ahlakiyat, icitimaiyat ve siyaset…”

Bu silsilenin temel yapı taşları birbirini doğurarak ilerler…

Bugün siyasetimizde bir bozulma varsa şayet, bu silsilede geriye doğru giderek kendimizi yeniden gözden geçirmek zorundayız…

Toplumsal yapılar geçmişin mukayesesine tabi oldukları için sadece bir döneme hapsedilemezler…

Fransızların, “Strüktürler (yapı) konjonktür içinde gözlemlenmelidir” ifadesi kısmen doğru olsa da, bana göre ciddi manada eksiktir; bahsettiğim, geçmiş mukayesesinden mahrum bir tanımlama olduğu için…        

Batı’dan ithal bu siyaset sisteminin kendi doğası ile taşıdığı ciddi sorunlar, ne yazık ki bizim siyasetimize de nüfuz etmiş görünüyor…

Batı’da ki sosyal sınıflar çok keskin olduğu için partiler bu sınıfların temsili için ortaya çıkmıştır…

Bizde böyle katı bir sınıflama olmadığından, partilerin mücadelesi büyük bir yönüyle etnisite ya da mezhep mücadelesine dönüşmüştür; oy konsolidasyonu açısından…

Dolayısıyla bu siyaset biçiminin sarsıcılığı da Batı’dakinden çok daha derindir bizde; maalesef…   

Kendi kodlarımıza dönerek ve Said Halim Paşanın gösterdiği istikamette de ilerleyerek, siyasetimizi esir eden bu yalan patlamalarının kaynağını keşfetmek zorundayız…

Zira iktidara talip ve kendisini muhafazakâr olarak tanımlayanların dahi bu, “yalan stratejisi”ne çok çabuk adapte olabilmeleri, sistemsel bir soruna işaret ediyor…

Sonuçla debelenip durmak yerine, sebeplere yönelmek, tedavi ihtimali için çok daha akılcı bir yöntemdir…

Yalan hiçbir konjonktürde ve sistemde mubah olamaz; eğer bir yol bizi ona götürüyorsa o yol mutlaka ahlak sorunu olan bir yoldur…