Bazen unutmak denen halin bir nimet olduğunu düşünürüm ben. Bazı şeyleri tekrar tekrar hatırlamanın onu yeniden yaşamak ve yeniden acısını çekmek olduğuna inanırım. Ama bunu bilmekle beraber bazı şeyleri de unutmamak ve hatta ısrarla yeninden hatırlatmak gerektiği de zihnimin bir köşesinde döner de durur.

Her şubat ayı geldiğinde benim zihnimde bir hatırlamak ve hatırlatmak sızısı var. Geçtiğimiz zamanlarda yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar, biz gibi olanların çektiği çileler ve daha pek çok şeyler… Yaşanmamış gibi davranıldığını, unutulduğunu, hatırlatılmadığını gördükçe içime bir garip acı tebelleş oluyor. Sultan Ahmet meydanında atılan sloganları, göğe karışan tekbirleri, yenen cop darbelerini tekrar tekrar yazmak söylemek istiyorum.

Ve bu yüzden belki de daha önce yine bir şubat ertesinde yazdıklarımı tekrar ediyorum;

Biz zor zamanlarda büyüdük kâri. Zor ve karışık zamanlarda… Aslında şöyle düzeltmek lazım; zor zamanların sonlarında büyüdük. Bizden evvelkiler çok daha zor ve çok daha karışık zamanları yaşadılar. Dışlandılar, itildiler, ağladılar, hem de çok ağladılar kâri. Bugünler için o günlerini, dünlerini ve daha pek çok şeyleri feda ettiler. Sadece bir kişiden ya da sadece bir topluluktan falan bahsetmiyorum. “Kimdi onlar?” diye sorsan bana senin de bildiğin bir cevabı vereceğim elbette. Benim babam, senin baban, deden, amcan, dayın, annen, teyzen, abin, kardeşin… Daha bilmem ne kadar fazla tanıdıkların. O zor zamanlarda sokaklarda senin hakkını, senin inancını, senin namusunu, şerefini savundular. Coplandılar, dayak yediler, nezaretlere girdi, hapishanelere terk edildiler.  Ben de inanmazdım, kendi gözlerimle görmeseydim.

Başında örtüsü var diye hor görülen, dışlanan, dayak yiyen, okulunu okuyamayıp da kapıların önünde bekleyen, annesinden utanan, saklanan, asker oğlunun yemin törenine bile katılmasına izin verilmeyip de tel örgülerin ardında bekleyenler…

Sonra onların hakkını savunmak için sokaklara dökülen, yürüyen, dayak yiyen, küfür yiyen, yobaz denen ama senin başındaki örtü için yine de bunlara katlanan benim babam, amcam dedem gibi senin de baban, amcan, dayın, abin vardı. Ne içindi bunlar? Şimdi gördüklerimiz, “moda” diye normal bildiklerimiz için mi? Sanmıyorum. Bu insanlar senin için, benim için bedeller ödediler. Ve karşılığı asla bu olmamalı. “Unutma” diyorum işte bunları. Bunları unutma, zira böyle bir halde unutmak nimet değil nankörlüktür.

Söyleyecek söz çok lakin bu kadarı da kâfi… Şimdilik… Ve şairin de dediği gibi aslında;

“Unutma bacım!” demiş ve devam etmişti:

Senin ak yüzünden ak olmamalı

Dağda kar, külekte ayran ha bacım…