Evet, derin ve aidiyetsiz bir boşluğun içinde çırpınıp duruyor gençlik…

Çünkü günümüz ile mazi arasındaki bağlarımıza tırpan vuruluyor içimizdeki milli duygularını yitirmiş muhalefet, dışımızdaki Batı/l güruh tarafından.

20 yıl evvelinden bihaber yetişen gençlerimize “durum nedir?” diye sorsak, hiç düşünmeden, “Ne tutunacağımız bir dal, ne güveneceğimiz bir el var.” deyiverecektir.

Caddelerin sağlı-sollu park edilmiş araçlardan iki şeridinden biri ihlal olmuş, ellerinde binlerce liralık telefon varmış, en ücra köşeden dünyanın bir ucu ile iletişim kuruluyormuş, hastanelerimiz son model, doktorlarımız parmak ısırtıyormuş onlar için gayet normal. Hatta yoksulluğumuz diz boyu…

Haklılar, ne bacalarımızdan tüten kömür dumanına ne ilaç kuyruklarına, ne ikna odalarına, ne kamusal alan kısıtlamalarına şahit olmadılar ki…

***

Akıl gözümüze “modern” bir göz bağı bağlandığından, zihin tutulmasına maruz kalışımızdan, “yeni” vaadi ile köleleştirildiğimizden bu yana tüketmek temel kaidemiz oldu olalı iyiden iyiye koptu gençlerle aramızdaki o kavi bağ.

Fakat bilelim ki, bütün yitiklerimizden, koparılan tüm bağlarımızdan biz mesulüz. Giysilerimizden çiçekleri sökenler değil!

O çiçeklerin sökülüp alınmasına seyirci kalışımızda saklı tüm hezeyanlarımız. Bu öyle bir hezeyan ki, annelerimizin çeyizimize destelerce koyduğu yemenilerimizden utanır hale getirenler, bizi “köylü” ve “cahil”likle itham edenler şimdi kendi markalarını basarak “etnik fular” adıyla ve bilmem kaç paraya bize geri satıyorlar.

Batı/lı modacılar bizim rengârenk çiçekler derdiğimiz uzun eteklerimizi, elbiselerimizi çorak tarlalar gibi dümdüz kılmakla kalmayıp giysilerimizden söktükleri çiçekleri şimdi onlar kuşanıyorlar. Bizim olanı bize bir dünya paraya “marka” deyip satıyorlar…

Bize “mom jeans” servis edildi edileli her geçen gün desenleri keskin, kumaşı kalın giysiler içinde daha sert, daha hoyrat ve daha kaba ruhlarla tanışıyoruz.

Giydiğimiz kumaşlar kalınlaştı kalınlaşalı hassasiyetlerimizde katılaştı. Sorulan sorulara cevap vermek için yorgun, verilen selamları almak için tedirginiz şimdilerde…  

Fakat geç değil, ilk sözü söyleyen giysilerimizden başlayarak kendi kültürümüzün dili ile dillenebiliriz.

Dalları budanmakla tükenmeyen köklerimizden verdiğimiz şıvgınlar gibi, tamamen biçilmeden, Dini ve milli değerlerimize uygun renklerimizle, desenlerimizle, modellerimizle, kumaşlarımızın zarafeti, işçiliğimizin inceliği ile dünyaya zamanları aşacak giyim kültürümüzü sunabiliriz.

Evet, hiç geç değil!

Çok söylendik, çok dertlendik; Milli Eğitim Bakanlığı’na, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na hitaben çok yazılar yazdık. Yetmiyor!

Hane hane bu dertlerle dertlenmedikçe, dışımızla birlikte içimizde hızla değişiyor ve çocuklarımızla aramızdaki mesafeler açılmaya devam ediyor…

Bizler, gayret kesilebiliriz. Dünyalarımızı eskisi gibi, zarafet ve letafet barındıran desenlerimize yeniden bürünebiliriz.

Elbiselerimizden sökülen çiçekleri yeniden hem dışımıza hem içimize dikebiliriz.

Özümüzdeki fıtratımıza uygun kodları yeniden yüklenebiliriz.

Vahyi dinamiklerimizi, öz kültürümüzü, milli vasıflarımızı yeniden kuşanabilirsek şu farkı çok hızlı göreceğimize inanıyorum: Çocuklarına benzeyen anneler, babalar olmak yerine, anne, babasına benzeyen çocuklarımız olacak… Ve inanıyorum tüm mesafeler kapanacak…