Zaman-ı Âdem’den günümüze kadar devam eden, “risalet” müessesesini inkâr projesinin güncel adı olan “Deizm”, Tevhid dinini, hâşâ peygamberlerden soyutlayarak, sadece Allah’ı kabul etmenin adıdır. Kısaca “peygambersiz din” de denilen bu inancın sakatlığını, bu haftaki yazımızda anlatmaya gayret göstereceğiz.

Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi 150’nci ayetinin açık beyanıyla, “Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, ‘kimine inanırız, kimini inkar ederiz’ diyenler, iman ile inkar arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçek kafirlerdir.” buyurulmuştur.

“MAHZÂ BÂTIL” YOKTUR!

Dünyadaki her insan, hakkı bulmak niyetiyle hareket eder. İnsan, fıtraten mükerrem olduğu için, bâtılı “bâtıl bilerek” sahip çıkmaz. Ancak, hakkı ararken, bâtıl eline geçer. O da dikkat etmeden, onu hak zannederek koynunda saklar. Dünyada “mahzâ bâtıl” (İçinde hiçbir hakikât danesi olmayan bâtıl) yoktur. Zira “mahzâ bâtıl” olan bir şeyi, fıtrat-ı insan, kabul etmediği gibi; hak üzerine yaratılan bu âlem de kabul etmez. (Bâtıl bir şey, âlemde vücûd ve hayat bulamaz)

GERÇEKLER ORTAYA ÇIKINCA, BÂTIL ZAİL OLUR...

Vücudun ve hayatın membaı haktır. Onun için bâtıl bir şey, ancak içinde bir dane-i hakikât bulundurarak ve o daneye tutunarak; geçici bir hayat sürebilir. Fakat daimî yaşayamaz. Ölüme mahkûmdur. “Ömr-ü müebbed”e sahip olan, ancak ve ancak haktır. Bu sırdan dolayı, bâtılın içinde bazı hak danelerinin bulunması, onu hak yapmaz. Şu sırra dikkat edildiğinde görülür ki bâtıl; aslı hak olan bir şeyde, ifrat veya tefrit etmek; veyahut da hakkı layık olan mevziinden tahrif edip, başka mevzie koymaktır. İçinde bir “dane-i hakikat” var diye, o bâtıl kabul görüyor ve insanlar aldanıyor. Kötü ameller insanlara karşı süsleniyor ve onunla bir dereceye kadar hayatı devam ediyor. Gerçek ortaya çıkınca, bâtıl zail olup gidiyor.

ADALET DEDİĞİMİZ ŞEY ÖLÇÜDÜR

Evet, o bâtılı “bâtıl” yapan, “dane-i hakikât”te ifrat ve tefrite girmek ve mevziinden tahrif etmektir. Şu nokta bilinmeyince ve de hangi miktarın orta yol olduğu ve hangi miktarın ifrat veya tefrit olduğu insanların akıllarına çok zahir olmayınca, âlemde kavgalar ve ihtilaflar bitmiyor. Bu işin çaresi ve sonuçlandığı mahal, ancak kıyametteki “Mahkeme-i Kübrâ”dır. Allah-u Teâlâ ihtilaf ettiğimiz hususta, aramızda hükmedinceye kadar, bu ihtilaf bitmez. Her şey miktarla ve dozajla ilgilidir. Adalet dediğimiz şey ölçüdür. O adaletin terazisi olacak, ifrat ve tefrite girilmeyecek. Adaletin hakikâtini idrak etmekten beşerin aklı, tek başına acizdir. Onun için, illa “risalet”e ihtiyaç vardır. Allah-u Teâlâ, vahiy göndererek o akla yardım ve hidayet eder. Resüllerle masum ve müstakim kılar. Adaleti bizzat onlarda fiilen gösterip, tatbik eder. Vahyin emir ve yasaklarıyla; o adaleti insanlara beyan eder. Adaletin yolu, yani ifrat ve tefritin arasındaki orta yolu beyan eden “din”dir. Yani din-i İslam’dır. Adalet ve sırat-ı müstakim, o kadar hassastır ki; kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Beşerin mücerret aklı, adaletin hakikatini idrak edemez. Onun için nev-i beşerde “nübüvvet” zaruridir.

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…