Kapitalist iktisadi sistemin en ciddi kırılması üretimden elde edilen gelirin bölüşümünde yaşanan adaletsizlik üzerinedir. Bu adaletsizliğin en önemli sebebinin tüketimin üretim varolduğu için yapıldığı hususu olduğuna geçen haftaki yazımda değinmiştim. Böylece büyük çoğunluğunu ücret geliri elde eden bireylerin teşkil ettiği kesimler kendilerini gerçek ihtiyaçlarını görmezden gelerek lüks tüketimin israf havuzunda yüzerken bulmaktadırlar. Ancak kapitalist sistemin üretim-tüketim-üretim şeklinde ilerleyen bu üretim sistematiği gelir dağılımındaki adaletsizliğin tek sorumlusu değildir.

1750’li yıllardan itibaren Avrupa genelinde boy göstermeye başlayan Sanayi Devrimi’nin ilk yıllarını tecrübe eden Adam Smith’in 1776 yılında yayımladığı Milletlerin Zenginliği adlı eseri ile genel çerçevesini ortaya koyduğu liberal kapitalist sistem, 1929, 1973 ve son olarak 2008 yıllarında ciddi krizlere maruz kalsa da çeşitli yeniden yorumlamalar sayesinde günümüzde dünya genelinde egemen iktisadi sistem olma vasfını korumaktadır.

Serbest piyasa ekonomisi olarak da isimlendirilen kapitalist düzenin altı temel ilkesinden birisi olan özel mülkiyet ve veraset başlığına ayrı bir parantez açmak istiyorum. Nitekim kapitalist düzende emek, toprak ve sermayenin yani üretim araçlarının mülkiyetinin devlete değil kişilere ait olmasını kapsayan özel mülkiyet ilkesi, bu kaynakları mülkiyetinde bulunduran bireylere dilediği gibi kullanma ve üzerinde her türlü tasarruf tatbik etme imkânı vermektedir.

Bu sayede mülkiyet sahibi bireyler misalen sahip oldukları emek yahut sermaye faktörünün kendisine sağladığı ürünleri koruyabilir ve dilediğince kullanabilir. Diğer taraftan kapitalist iktisadi düzenin bir diğer mantığını barındıran girişim ilkesi kapsamında bireylere sahip olduğu bu üretim faktörlerini üretime yöneltirken tamamen bir serbestlik içerisinde hareket etme hakkı da tanınmaktadır.

Kapitalist sistemin özel mülkiyet ilkesinin bir yansıması olarak gelişen bir veraset kurumu da bulunmaktadır. Nitekim özel mülkiyet hakkı bağlamında sınırsız mülk edinme ve bu mülkleri dilediği gibi kullanma hakkına sahip olan bireyler veraset kurumu ilkesi sayesinde kendisinden sonra bu varlıkların mülkiyetinin kime geçeceğini belirleme hakkına da sahip olmaktadır. Böylece sermaye sahibi olan bireyler mülkiyetini dilediği gibi kullanırken kendisinin ardından bu sermayenin mülkiyetinin kime geçeceğini de tayin eder. Velhasıl vefatın ardından veraset kurumu işlerlik kazanır ve varisler mülkiyet kapsamındaki sermaye birikimini devralır.

Özel mülkiyet ilkesi ve veraset kurumunun varlığı sonucunda sermaye temerküz etme yani belirli kesimlerin elinde toplanma eğilimine girer. Bu durum gelir dağılımında emeğin aleyhine işleyen sistemi daha da derinleştirir. Böylesine bir gelişme iktisadi adaletsizliğe mahâl verdiği gibi toplumsal huzursulukları da beraberinde getirir. Oysa İslâm amel esasları bu konuda açık hükümleri barındırır. (Servet) içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın (Haşr, 59/7).