Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla tüm adayı temsilen Avrupa Birliği’ne (AB) katıldığı 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren, adanın kuzeyi ile güneyi arasındaki malların, hizmetlerin ve kişilerin geçişine ilişkin işlemler Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında yürütülmektedir. AB nezdinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) toprakları, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü dışındaki bölgeler” statüsündedir.

Fakat Kıbrıs adası bir bütün olarak AB üyesi kabul edildiğinden, kuzey ile güneyi birbirinden ayıran Yeşil Hat, AB’nin dış sınırı olarak görülmemektedir. Bu nedenle AB’nin temel politikalarından birisi, “Kıbrıs Cumhuriyeti” vasıtasıyla Topluluğun kural ve standartlarını adanın kuzeyine yaymaya çalışmak ve böylece bu bölgenin kendisinden uzaklaşmasının önüne geçmektir.

AB açısından adada beklenen çözüm, yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’tır. Bu doğrultuda, adadaki bölünmüşlüğün kalıcı hale gelmemesi için AB hukukunun Kıbrıs Türklerinin yaşadığı topraklarda da geçerlilik kazanmasına özel önem vermektedir. Bu hedef doğrultusunda Yeşil Hat Tüzüğü kabul edilmiştir. Görünürde Tüzüğün iki önemli amacı bulunmaktadır.

Birincisi, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti”nin etkili kontrolü altındaki topraklar ile “etkili kontrolü dışındaki topraklar” arasındaki ticari ve diğer ilişkileri güçlendirmek ve kolaylaştırmaktır. İkincisi ise, AB müktesebatını tüm adada etkin hale getirmek ve bu sayede adanın AB çatısı altında yeniden birleşmesine uygun bir zemin oluşturmaktır.

Yeşil Hat Tüzüğü’ne dair işlemler, Rum makamlarının kontrolünde ve sorumluluğundadır. Yine adadaki kişilerin veya malların sınır geçişine ilişkin düzenlemeler, Rum otoriteleri ile AB’nin uhdesindedir. Ayrıca KKTC’de Kıbrıs Türk Ticaret Odası dışında herhangi bir siyasi otorite muhatap alınmamaktadır. Öyle ki AB’nin, bir taraftan adada siyasi eşitlik temelinde bütünleşik bir Kıbrıs formülünü savunması, diğer taraftan adada tek bir otorite çerçevesinde işlem tesis etmeye çalışması ciddi bir çelişki ve tutarsızlıktır.

Aslında tüzüğün içeriği ve uygulamaları dikkatlice incelendiğinde tüm kurgunun, AB şemsiyesi altında Kıbrıs Türklerini, Rumların kontrolündeki yasallığını ve meşruiyetini yitirmiş Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ısındırmak, yakınlaştırmak ve nihayetinde bütünleştirmek olduğu anlaşılmaktadır. O halde uygulamalardan hareketle, AB’nin adadaki nihai amacının siyasi eşitliğe dayalı, yeni bir ortaklık devleti kurulmasından ziyade “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni adada yeniden etkin bir otoriteye dönüştürmek olduğu ileri sürülebilir.

Gelişmelere bu açıdan bakıldığında Rum tarafının girişimiyle Hellim/Halloumi isminin coğrafi işaret olarak AB nezdindeki tescili, Kıbrıs Türkleri adına sanıldığı gibi iyi niyetli bir adım olmayabilir. Bir defa KKTC’deki hayvancılık yapısı buna müsait olmadığından ülkenin en önemli ihracat ürünü ciddi bir belirsizliğe sürüklenmiştir. İkincisi, Yeşil Hat Tüzüğü üzerinden KKTC’deki hellim üretimine Rum müdahalesinin önü açılmıştır. Üçüncüsü ise yeni düzenlemeyle hellim, ancak iki halkın ortaklaşa üretebileceği bir ürüne dönüştürülmüştür.

Her ne kadar tescile uygun üretilecek hellimin denetiminin uluslararası denetim kuruluşu Bureau Veritas tarafından yapılacağı bildirilse de bu ticaretin ne ölçüde Yeşil Hat Tüzüğü’ne uygun olduğuna Rum tarafı karar verecektir. Dolayısıyla Rum tarafının onayı olmadıkça Bureau Veritas’ın verdiği uygunluk belgesinin bir hükmü olmayacaktır.

Sonuç olarak, Hellim/Halloumi coğrafi işaret tescilinin yapılması, Yeşil Hat Tüzüğü nedeniyle uygulamadaki eşitsizliği ortadan kaldırıcı bir değişiklik getirmeyecektir. Sadece Rum otoritelerinin Kıbrıs Türkleri üzerindeki ekonomik baskısına bir yenisi daha eklenmiş olacaktır.