Miraciyye, Murat Pay’ın yarı belgesel filmi. Bugünlerde kaybolmuş (aslında kaybolmaya yüz tutmuş demek daha doğru) miraciyye geleneğini anlatıyor. Filmde, Raci’nin aradığı kayıp beste, kaybolmuş geleneğin aranması anlamına da geliyor. Bulamaması da esasında “kaybettiğimizin” tescili oluyor.

Film dört evreden oluşuyor. İlk evrede, Raci’nin çocukluğunu görüyoruz. Raci ve arkadaşları, köyde Fatma Teyze’den Rasulullah Efendimiz’in (sav) Miraç hadisesini dinliyorlar. İkinci evre, Raci’nin sema meşk etme macerası. Raci, sema dersleri almaktadır. Ancak bir gün dergâhta, ayakkabıları ters çevrilir, içeriye değil dışarıya bakmaktadır. Nefsini yenememiştir Raci, tuzunu paylaşmamak için yalan söylemiştir, hırslıdır (hırs nefistendir, aslolan azimdir), kendisine uzatılan muhabbet bağını elinin tersiyle çevirmiştir. Kâinatta Hak diyerek dönememiştir, kendi nefsinin etrafında beyhude dönmüştür. Hal böyle olunca da kapı kapanmıştır. Üçüncü evrede, kayıp bestenin peşindeyken görürüz. Dördüncü bölümde ise miraciyyenin serüvenini dinleriz. Bursa’da Numaniye dergâhında, bugün özel çabasıyla miraciyye geleneğini devam ettiren Mehmet Safiyüddin Erhan Efendi’dedir kulağımız.

Kayıp bestenin peşindeyken Raci, hepimizin kulağına ikaz olacak şu cümleyi duyar: Artık bu oyunun tadı kaçtı! Nedir tadı kaçan?

Yıllar evvel bir Dede Efendi varmış. Kurbanda doğduğu için adını İsmail koymuşlar, babası hamamcı olduğu için Hamamcızade denmiş. Sesi çok güzelmiş. İlk mektepte bu sebeple ilahicibaşı olmuş. Ama ailesi musiki ilgisini sevmezmiş, “işe yarar” meslek sahibi olmasını isterlermiş. Dede Efendi ise kunduracı çıraklığından kaçar, Yenikapı Mevlevihanesi’nde Ali Nutki Dede’ye çıraklık yaparmış. 20’li yaşlarda, bir bestesi dillere destan olunca saraydan çağrılmış. Ali Nutki Dede, “Gönderirim ama akşam namazından önce dergâhta olacak” demiş. O zamanlar padişahlar, ehlullaha saygı duyar, hürmet beslermiş. Padişah, Dede Efendi’nin bestesini pek beğenmiş, altınla ödüllendirmiş. Dergâha dönerlerken Dede Efendi anasını görmek istemiş, eve gidip kapı açılınca altın kesesini anasına uzatmış. “Musikiyle para kazanamazsın demiştin, al kazandım, senindir” demiş ve durmadan gerisin geri tekkeye dönmüş. Art arda hocasını, annesini, 3 yaşındaki çocuğunu ve büyük oğlunu kaybetmiş ve “Bir Gonca Femin Yaresi Vardır Ciğerimde” parçasını bestelemiş. Zaman geçmiş, 1001 günlük “çilesini” çıkarmış. Tanzimat Fermanı ilan edilmiş. Abdülmecid zamanında yükselen Batı müziğinden rahatsız olmuş... Dede Efendi “Yine Bir Gülnihal” gibi parçalar da bestelemiş ama sevmemiş. “Artık bu oyunun tadı kaçtı” demiş, hacca gitmiş. Şartlar kötü, yaşı geçmiş ama asıl derdi saraydan uzaklaşmakmış. Mekke’de koleraya yakalanıp ölmüş, Hz. Hatice’nin ayak ucuna defnedilmiş… 500’ten fazladır bestesi ama çoğu günümüze gelmemiş.

O devir kapandı. Artık seküleriz, moderniz, laikiz, özgürüz! Batılıyız… Ayasofya’yı bile daha yeni açtık. Vahhabilik ile Kemalizm, irfanın/hikmetin üstüne beton döktü. Miraciyye, tekke hem çağın gerisinde hem de komik geliyor bize. Dönülür mü o günlere? Umut var mı? Sanmam. Niye? Çünkü artık oyunun tadı kaçtı!