“Dünyada her şey zıddıyla kaimdir” diye bir söz var kâri. İyi varsa kötü de olacak, az varsa çok da olacak, dert varsa derman da olacak. Hatta şöyle bakmak lazım biraz da vatanını milletini seven varsa hainler de olacak. Ve oluyor da.

Son birkaç gündür yayınlanan ve her satırında ihanet kokan bir bildirinin üzerinden konuşup da duruyoruz. Konuşmalıyız da elbette. Lakin şunu da unutmamak lazım ki bunlar hep var olacaklar. Her vakit bir açık kapı arayacak, bir fırsat kollayacak bu milletin canını yakmak için bekleyip de duracaklar.

Bize düşen onların karşısında durmak hem de dimdik durmak “hodri meydan” diyerek 15 Temmuz’da olduğu gibi yiğitliği ve vatanı sevmenin ne demek olduğunu göstermek olmalı.

15 Temmuz’un ertesinde şöyle yazmıştım:

“Biz bu coğrafyanın son umuduyuz. Son kalesiyiz asırlardır süren bir kutlu yürüyüşün. Farklılıklarımızdan çok birlikteliklerimiz var bizim, aynı geminin içindeyiz hepimiz ve bu geminin adı vatan… Şayet o gemi su alırsa hepimiz batacağız, hepimiz yiteceğiz. İşte bunun için, bütün bunlar için şu son birkaç günde olanları unutma güzel ülkem.

Farklılıkları, ayrılışları, ayrışmaları unut! O kimden, bu neci, şu nereli diye düşünmeyi unut! Siyasi farkları, dünya görüşlerini unut! Bizi birbirimizden ayıran, uzaklaştıra, farklılaştıran ne varsa ve olmuşsa hepsini unut. Zira bir olursak, birlik olursak, beraber olursak karşımızda duracak, vatana dokunacak bir tek güç olmadığını hepimiz gördük ve görüyoruz.

Ve unutma canım ülkem! Milletin varlığına, bu mukaddes vatana ihanet eden o vatan hainlerini, köprülerde duran o tankları, havada kendi milletine bomba atan vatansız, haysiyetsiz ve bence imansız hainleri unutma. Ve sokaklara elinde Türk bayrağıyla çıkan, silahsız vatan evlatlarını, boynuna bayrağı asıp da yürüyen, teyzeleri, amcaları da unutma. Ağlaya ağlaya “ Türkiye” diye bağıran ufacık çocukları, evlerinde bebeklerini bırakıp da sokakta toprağına sahip çıkan gencecik anaları, evlerine bir daha dönmeyen o cengâver o yiğit babaları, tankların üzerine canını hiçe sayıp çıkan gencecik insanları, onların önüne yüzüstü yatanları, tek bacağıyla da olsa ölüme koşanları unutma! Ve hem o tankların altında paramparça olmuş masum canları, silahların karşısında vatanı savunmak için beklerken alnından vurulmuş insanları, evladıyla vatan aşkına silaha, tüfeğe, tanka karşı imanıyla yürürken evladıyla yan yana şehir olanları, arabalarının içinde belki çocuklarıyla, anasıyla, babasıyla, eşiyle kardeşiyle mukaddesatını korumak için yola düşmüşken üzerinde geçen tankların altında kalıp da arabasının içinde can veren onca masum vatan evladını unutma.”

Bu yüz dört kendini bilmezin yazdıkları bana bir kez daha şunu düşündürdü ki unutmamamız gereken şeyler ve unutturmamamız gereken olaylar var. 15 Temmuz günü bizler için bir şeref nişanı gibi durmalı ve ne dosta ne de düşmana unutturulmamalıdır.