Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de yürüttüğü yoğun mekik diplomasisine Ankara’yı da dahil etmesi, artık hiç şaşırtıcı değil. Şimdiye kadar Atina, yürüttüğü diplomatik görüşmelerde Türkiye’ye yer vermemiş; neredeyse onu “görüşülemeyecek ülke” ilan etmişti.

Atina’yı Ankara’yla görüşmeye zorlayan başlıca üç faktörden söz etmek mümkün. Birincisi, Türkiye ile Libya arasında kurulan başarılı ilişkinin varlığı. İkincisi, Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden istediği desteği bir türlü alamaması. Son olarak üçüncüsü ise, Ankara ile Kahire arasında ilişkilerin normalleşeceğine dair güçlü sinyallerin ortaya çıkması.

Temmuz 2019’da iktidara gelen Kiryakos Miçotakis hükümetinin, bölgesel ve küresel düzeyde Türkiye’yi yalnızlaştırıcı bir dış politikayı kendisine rehber edindiği görüldü. Bu bağlamda Ankara’nın görüşme ve iş birliği çağrılarını dikkate almadı. Fransa, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile kurduğu koalisyonla Türkiye’yi köşeye sıkıştıracağını hesap eden Yunan hükümetinin hesapları, Türkiye-Libya anlaşmasıyla altüst oldu.

Atina, Türkiye-Libya anlaşmasının açtığı hesapsız yarayı iyileştirmek amacıyla bu defa Birleşmiş Milletlerin tanıdığı Trablus hükümetine karşı savaşan General Halife Hafter’e destek arayışına geçti. Doğu Akdeniz’de kurduğu koalisyonla birlikte Hafter’i iktidara getirmek için var gücüyle çalıştı. Hatta Libya’nın bölünmesine dahi yeşil ışık yaktı.

Libya’da amacına ulaşamayan Atina, Türkiye’yi Suriye üzerinden sıkıştırmak ve burada Türkiye’ye karşı kurulan cepheyi tahkim etmek maksadıyla Suriye’ye yöneldi. Ancak Suriye’de de amaçlarına ulaşamayan Atina, son çare olarak Mısır’a başvurdu. Yunan hükümeti, Kahire’yle yapacağı bir deniz yetki anlaşmasıyla hem Türkiye-Libya anlaşmasını hem de Ankara’nın Mavi Vatan iddialarını boşa çıkarmayı hedefliyordu.

Miçotakis hükümeti “tarihi zafer” olarak duyurduğu anlaşmayı 6 Ağustos 2020’de Sisi hükümetiyle imzaladı. Fakat hem hükümet kanadı hem de Yunan kamuoyu “tarihi zafer” olarak takdim edilen anlaşmanın aslında bir zafer olmadığını, aksine bir “taviz” olduğunun farkındaydı.

Çünkü Atina’nın Yunanistan’ın deniz sınırının Meis adasından başlayacağı tezini Kahire kabul etmemişti. Ayrıca Mısır hükümetinin, Doğu Akdeniz gazını AB’ye ulaştıracak boru hattı güzergâhından Kıbrıs’ı çıkartmayı Yunanistan’a teklif etmesi hem Atina’da hem de Rum tarafında tansiyonu yükseltti. Bu teklifle Kahire, Rum tarafının iddialarını “tamamıyla” kabul etmediğini bir kez daha ortaya koydu.

Açık söylemek gerekirse, Yunan hükümeti Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı oynadığı tüm kumarları birer birer kaybetti. Şimdi ise Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine girmesinden endişe duyuyor.

Ankara ve Kahire’nin “pragmatik ve rasyonel çıkarları” dikkate alındığında her iki ülkenin Doğu Akdeniz’de iş birliği yapmaması için herhangi bir güçlü neden görünmüyor. Dahası iki ülke arasındaki normalleşme sürecine İsrail’in de eklemlenmesi olasılıklar dahilinde bulunuyor.

Baltık Denizi ile Karadeniz’de çatışma riski ile istikrarsızlığın yükselmesi, Doğu Akdeniz’de işbirliği baskısını yükselten en önemli etken olarak ön plana çıkıyor.

Başta Yunanistan olmak üzere kıyıdaş ülkelerin ortak çıkar kümesine dahil olmak yerine ulusal arzularını yeğlemesinin maliyetinin her geçen gün artıyor olması ise en büyük sorun. Fakat bu bilançoyu sürdürmek neredeyse imkânsız. Bu ortamda Atina’nın en büyük kârı, enerjisini çatışma yerine iş birliğine harcamak olacaktır.