Hangi amaçla kullandıkları kesin ve şahsiyetleri bozuk olsa da insan bazen karakteri bozuk olanlardan alıntılar yapmak zorunda kalabiliyormuş…

Çünkü bir şahsiyet fukarasının, doğruları kötülüklerine, çıkarlarına nasıl alet edebildiğini, kendi itiraflarından daha iyi anlayabileceğimiz başka yöntem yok…

O sebeple toplumsal güveni sağlamakla mükellef olan devletler çetelerin, terör yapılarının içine -onları, onlar gibi davranarak anlama- çabasıyla muhbirler yerleştirir…

Muhbirlik sadece devletlerin birbirleri hakkında malumat edinmek üzere kullandığı bir yöntem değildir…

Buraya kadar olan kısım, yazımı farklı bir perspektifle desteklesin diye yazıldı…

Zira yazı, “yalanı ve yalancıyı” daha iyi kavrama üzerine bir çabayı hedefliyor…

Başlığın ilham kaynağını farklı bir manaya yorabileceklere de peşinen bir cevap veriyor…

Sicilya mafyasına atfedilen; "Herkes suçluysa, hiç kimse suçlu değildir; herkes hırsızsa, hiç kimse hırsız değildir" sözünden mülhem olması sebebiyle…

Konuyla ilgili daha derin malumat sahibi olmak isteyenler, “İlkel Asiler”i okuyabilirler…

“Uzun bir zamandan beri anlamaya ve kalemim elverdiğince de yazmaya çalıştığım “ CHP yalancılığı” acaba hangi zeminde kendisini “meşru” görüyor olabilir?” sorusu, aslında çok da yeni, devrimsel cevaplara ihtiyaç duyurmuyormuş…

En ilkel insan tipolojileri bile doğrudan sapışlarına, insan-ı kâmili tatmin edebilecek derin tanımlamalar yapabilmişler…

“İnsan inandığını görür, inandığını duyar” da çok anlamlı ve ikna edici bir sözdür…

Mukayesesini kaybetmişler için her doğru, kendi zihnindekinden ibarettir…

Pozitivizmin parçaladığı ilim dalları, insanın bütünü görme kabiliyetini kaybetmesine vesile olduğu günden buyana -en azından İslam coğrafyası için- bu zihinsel yarılmalar derinleşti; farklı alanlara yönelenlerin birbirini ve diğerindekini görme kabiliyetini ciddi manada körleştirdi…

Bunun yaptığı tesiri Nurettin Topçu’ya başvurarak anlayabiliriz belki: “Kâinat hadiselerini ilimlerin çizdiği hudutlar içerisinde ayrı ayrı gruplara ayırıp, her ilime mahsus olan ayrı metotlarla başka başka yollardan giderek onu tanımak isteğimiz zaman kâinatımız bölünüyor; bütünün karakterlerini bölümlerde bulmak kabil olmuyor. Kâinatın oluşundaki bulunan hayat ve bütününde bulunan ruh ortadan kalkarak elimizde cansız parçalar kalıyor. İlim işte bu cansız parçaları inceleyebiliyor. Bu sebeple metafiziğin ortadan kalkması aklın iflası olur.”

Diyeceksiniz ki; “Bu fikrin özellikle CHP öncülüğünde -diğerlerinde olmadığı anlamına gelmiyor- ülkemizi adeta esir alan yalancılığın izahına nasıl bir katkısı var?”

Bir önceki yazımda, “Anlamak mukayese gerektir” demiştim…

Mukayese kabiliyetinin yitimi kötü niyetliler, yalancılar, çıkarcılar için müthiş bir fırsattır…

Çünkü sadece “birörnek” sunarak, hâkim olmadığınız diğer bütün parçalar hakkında sizi ikna etmiş oluyorlar…

CHP adına söz söyleme kudreti olanlara bir bakın, yalanı çıkarları için ne kadar da rahat söylüyorlar; değil mi?

Bunu da hep birlikte yaptıkları için aslında hiç biri yapmamış oluyor; vicdanı rahatsız edebilecek bütün mukayeseler de bertaraf edilmiş oluyor…

Doğru ile yanlışın mukayesesini yapabilen kahir ekseriyetimiz sayesinde hâlâ güvendeyiz; ama bu güven, geleceği “tereddütsüz” olarak garanti altına almıyor…