Eğer travmatik bir çocukluk geçirilmediyse kendi yetiştiği dönemin sosyal ve kültürel atmosferinin daha güzel ve özlenir olduğunu düşünmeyen yoktur. Bir zamanların sosyal yaşantısının, edebiyatının, sanatının, filmlerinin, modasının, müziklerinin ve belki de her şeyiyle çok güzel ve özlenir oluşu  “idealize etmek” ile alakalı olabilir. İçinde bulunduğumuz anın koşullarından memnun olmadığımızda, eskiden her şeyin istediğimiz gibi olduğu düşüncesine kapılıyoruz.

Allah hepimize hayırlı ömürler versin belki de bundan 20 yıl sonra da içerisinde olduğumuz bu günler için aynı şeyleri söyleyeceğiz.

Geçmişi bütünüyle özlemek değil de sanki geçmişte yaşanan mutlu eden, huzur veren anları cımbızla çekip “o an’ı/ları” özlüyoruz. Yoksa geçmişte de mutsuz olduğumuz, zorlandığımız anlar oldu ve hiç kimse o anları özlemez herhalde. Belki de yaşarken bize çok sıradan, normal gelen şeyler daha sonra yaşananlar karşısında değerleniyor ve hatırladıkça da bizi tebessüm ettirerek mutlu hissettiriyor. Sanki insanın doğasında var geçmişe özlem duymak.  Aslında geçmişi özlemek, geleceğe ait umutlarımızı diriltiyor. Hasret olduğuna kavuşma arzusu insanı diri tutuyor.

Şimdi sizinle birlikte “Eskiden” ve “Şimdi” ye ait kıyaslamalı cümleler kuralım:

Eskiden, yaz tatilinde sılayı rahim niyetine köylere gidilirdi. Şimdi, tatil köylerine gidilir oldu. Eskiden, düşene el uzatırlardı. Şimdi, ayağa kalkma mücadelesi verene tekme atılıyor, çelme takılıyor. Eskiden, gelinler kaynanadan çekinirdi. Şimdi, kaynanalar gelinlerden çekiniyor. Eskiden, insani erdemler makbuldü. Şimdi, parası olan makbul oldu.

Eskiden, bırakın bir kişinin birden fazla takım elbiseye sahip olmasını, bir ceket elden ele dolaşırdı. Gömleklerin yıpranan yakaları ters çevrilirdi. Şimdi, dolaplar dolup taşıyor ama hala gözümüz aç. Eskiden, bıkmadan anlattığımız hikâyelerimiz, yorulmadan peşinden koştuğumuz hayallerimiz vardı. Şimdi, büyüdük ne yaptığımızı, nereye gittiğimizi bilmediğimiz yoğunluklar içerisinde biriktirdiğimiz streslerimiz var.

Eskiden, damlarda uyunurdu. Şimdi, şifreli, çelik kapılı evlerde yatmaya korkulur oldu. Eskiden, elektronik fırınlı, bulaşık makinalı mutfaklarımız yoktu. Tek gözlü ocaklarda, tek tencereyle çeşit çeşit yemekler pişerdi. Şimdi, akıllı mutfaklarda yemek pişmez oldu. Eskiden, çilek, domates mis gibi kokardı, yemeye doyum olmazdı. Şimdi, ne domatesin kokusu, ne de çileğin tadı kaldı. Eskiden, buram buram hasret dolu, gözyaşları ile süslü, çiçek kokulu mektuplar vardı. Şimdi, ruhsuz sanal mesajlar var. Eskiden, mektuplaştığımız arkadaşlarımız vardı. Şimdi, sosyal medya arkadaşlarımız var.  

Eskiden, komşuluk ziyaretlerine gidilir, sohbet edilirdi. Bütün mahalle birbirini tanır isimleri tek tek bilinirdi. Şimdi, aynı bina içerisinde bırakın alt kattakini, üst kattakini kapı komşumuzu tanımaz olduk. Eskiden, yağmur yağdığında camlar açılır toprağın kokusu evlerimizin içine dolar, mis gibi solur, doya doya içimize çekerdik. Şimdi, çift camlardan ne yağmurun sesi duyulur, ne de toprağın kokusu gelir oldu.

Eskiden, bir anne, bir baba bir evde yedi çocuk büyütürdü. Şimdi, yedi evlat bir anne babaya yedi evde yer bulamaz oldu. Eskiden, randevu almak yoktu. Çoğu yere yürüyerek gidilir, gittiğiniz kapıdan habersiz de gitseniz geri çevrilmezdiniz. Şimdi, bırakın habersiz ziyarete gitmeyi, dostlarımızın telefonuna ulaşmak dahi zor oldu. Eskiden, anne babalar çocuklarını yönlendirir, terbiye ederdi. Şimdi, çocuklar anne babayı terbiye eder oldu. Eskiden, yere düşen ekmek yerden alınır, öpülür anla konulur, kırıntıları yerden toplanırdı. Şimdi, çöplükler ekmekle doldu.

Eskiden hayatı paylaşma vardı. Şimdi Ramazan ayında, iftar sofralarında bile bir araya gelemiyoruz. Eskiden, hayat şartları zordu ama imkânsızlıklar hayatı daha yaşanılası kılıyordu. Şimdi, yaşam kalitemiz yükseldikçe memnuniyetsizliğimiz daha da arttı.  Eskiden, güven vardı, utanma vardı, ayıp vardı, dostluk vardı, komşuluk vardı. Şimdi, güven yok, utanma yok, dostluk yok, komşuluk yok, paylaşma yok, daha acısı insanlık yok.

Daha sayamadığım çok şey…