“Orada Zekeriyyâ rabbine dua edip dedi ki: ‘Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin.’ O mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: ‘Allah’ın bir kelimesini (Hz. İsâ’yı) tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor.’ Zekeriyyâ ise şöyle dedi: ‘Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?” Buyurdu ki: “İşte böyle; Allah dilediğini yapar.’ ‘Rabbim, dedi, bana bir alâmet göster.’ Şöyle buyurdu: Senin için alâmet insanlara üç gün ancak işaretle konuşmandır. Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.” (Al-i İmran Suresi, 38-41. Ayetleri)

Ramazan ayı, ibadetlerimizin yanında tefekküre de vakit ayırmamız gereken bir ay. Bol bol Kur’an okumalı ve tefekkür etmeliyiz. Müslüman, sadece Ramazan’da değil, her gün tefekkür etmeli elbette ama istiyorum ki Ramazan ayı bitmeden bir tefekkür vaktine de sebep olayım.

Yukarıdaki ayetleri her okuduğumda kendimi bir hayret vadisinde bulurum. Kaç kez okudum, üzerinde sohbet ettim yakınlarımla, şaşkınlığım hiç geçmedi/azalmadı. Hz. Zekeriya bir peygamberdi. Allah ile doğrudan konuşuyordu. Huzuruna gelen melekler ona Allah’ın emirlerini bildiriyordu. Bütün bunlara hakkel yakin mertebeden şahitti. O halde şaşırıyordu! Melekler ona çocuğu olacağını müjdelediğinde inanamıyordu. Allah’ın her şeye kadir olduğunu, yapanın da çatanın da sadece Allah olduğunu o bir peygamber olarak elbette ki hepimizden daha iyi biliyordu. O halde ihtiyarlık ve kısırlık inanmasının önünde dünyevi bir engel teşkil etmişti. Melekler ona Allah’ın dilediğini yapma kudretinde olduğunu hatırlattığında bir alamet istemişti. Kalbi mutmain olmamıştı. Rasulullah’ın (sav) bir hadisinde buyurduğu gibi, Hz. Zekeriya da tıpkı Rasulullah (sav) gibi “bir beşerdi”.

Atalarımız beşer şaşar buyurmuşlar. Şaşmak, beşere mahsus. Düşmez kalkmaz bir Allah. Allah’ın kudreti, şanı öyle yüce ki bir peygamber dahi olsa aklı almıyor. Öyleyse ardı sıra yürümek, sorgulamak hakkımız. Bir mevzuyla karşılaştığımızda, dini bir mesele dahi olsa ilk başta aklımızın yatmıyor oluşu bizi korkutmamalı. Yeşil sarıklı ulu hocalar bunun aksini anlattı yıllarca. Sorgusuz sualsiz itaat. Peygamberlerin ömürlerinden seçerek Kuran’da anlattığı hadiselerin her birinde ayrı bir hikmet olması kaçınılmaz. Baktığımızda sadece Hz. Zekeriya’da değil, örneğin Hz. Musa’da da görüyoruz “mutmainlik” meselesini. Allah’ı görmek istemişti. Çünkü kalbinin mutmain olmasını istiyordu. Kalp mutmainliği, şahitlikle tamamlanır. İnsan, hayrete düşmeye mecburdur. Sülûk yolunda dahi üst mertebelerden en önemlilerden birisi “hayret makamıdır”. Allah’ın kudretine tanık oldukça insanın ancak hayreti artar. Diyebiliriz ki insan ne kadar hayrete düşüyorsa manevi sahada o kadar yol yürüyor demektir. Bu da tefekkür sonucunda Allah’ın nasip etmesiyle olacaktır. Allah nasip ettiğinde de bir alamet yaratacaktır. Burada payımıza düşen “hayret etmek” olacaktır. Nefsinin amacında sorgulayan batıla sapacaktır. Ancak rızayı ilahi için sorgulayan nasibine kavuşacak, hayrette lezzet bulacaktır. Kalbimize şüphe düştüğünde korkmamalıyız, peygamberler dahi inanamamış bazen, ancak dua etmeliyiz. Dua etmez, kendimizden bilirsek batıla sapmamamız mümkün değildir. Allah hepimizi hayret vadisinde Hakk’la Hakk kılsın inşallah.